Hakan Bahçeci
Hakan Bahçeci Kasıtlı Tercih; Sessizlik…

Kasıtlı Tercih; Sessizlik…

Sessiz kalmak konuşmamak mıdır, susmak haykırmanın öteki sesi değil midir? Susan kurtulmuş değil miydi? Bir kenarda kendi sessizliğiyle baş başa kalmaya çalışan insanın konuşanlardan çok mudur kabahati? Dillerinden acı ve ızdırap dökülen onca söz sahibi, konuşmayı kıymetlendiren sessizlere çok şey borçlu olmalı.

Kimi şairler uzunca sustular, uzunca sustu masal anlatıcılar. Sessizlik, bu gürültülü çağda hak ettiği ederi bulur mu bilmem ama susarak anlaşanların azaldığı aşikâr. Hem susmanın da bir dili olmalı Paşam, bu dili bilenler çok daha iyi anlaşıyor olmalı.

Değil mi ki sessizlik, bilgelerin diliydi, tefekkür etmenin edaya dönüşmüş şekli, pervasızca çıkan cam kesiği laflara muhkem bir surdu. Değil mi ki sessizlik, ağırbaşlı olmanın diğer yoluydu. Hani bir vakit, söylenmeyen cümleler, söylenenlerden daha ağırdı. Bir suskunluk, bin sözden fazlaydı, o eski zamanlar çoktan gömüldü; üzerine de bol bol bildirim atıldı.

Şimdi sessizlik, garip bir boşluk, beyhude bir yok sayış gibi algılanıyor. Rahatsız edici, can sıkıcı ve hatta dudak bükülen bir boşunalık sayılıyor. Sustun mu? Demek ki bir sorun var, demek ki problem sende, demek sen iletişim kuramıyorsun, demek sen karışamıyorsun insan içine, dostun yok, yalnız ve öylesine terk edilmişsin. Yoksa kim, durup dururken susar ki? Mutlaka küstün, darıldın, kırıldın, plan yapıyorsun... Oysa belki sadece susmak istiyorsundur, sadece dinlemek, onca anlatışın sonunda elinde kalan hesabı muhasebe etmek… Belki mecalin kalmadı söze, belki tükendin belki görülmek istedin sessizce… Ama bu çağda susmak, neredeyse zararlı, neredeyse en büyük kabahat.

Günün insanı sessizliğe tahammül edemeyecek kadar gürültü bağımlısı. Her an bir ses olmalı: dinlemese de çalmalı radyo, izlemese de televizyonda birileri tartışmalı, şehrin bağrış çığırışı, politikacılar, meydan konukları… İnsan kendi iç sesini bastırmak için, dış seslere yatırım yapıyor. Çünkü içiyle yalnız kalmak, cesaret istiyor. Ve bu çağ cesur değil, sadece çok sesli. Sesten yana mustarip değiliz de seslerin ahengi bozuldu azizim, ritmi yok duyduklarımızın, bir nihavent değiller, bir köy türküsü hiç değil…

Sessiz kalmak, bir tercih ve duruştur, konuşmaya üşenenin değil, düşünenin işidir hâlbuki. Ama kimse düşünene sabır göstermiyor. Çünkü bu çağda düşünce, hızla rekabet edemez. Düşünen susar, düşünen bekler, düşünen dinler. Bizse hızlıca konuşanları, bağırarak anlatanları, ekranı kaplamayı başaranları alkışlıyoruz. Konuşanlar kazanıyor. Sessiz kalanlar siliniyor. Birinin suskunluğunu merak etmek yerine, onun yerine cümle kuruyoruz. Çünkü sessizliği anlamak, emek istiyor… Emek mi, “kaç para eder susman” diye soranlar varken, emek de neymiş…

Sessizlik, insanın en derin diliydi. Bir dostun yanında sessizce oturabilmek, bir acıyı konuşmadan paylaşabilmek, bir güzelliği yalnızca gözle onaylamak...

Çokça sessiz kalıp susanlar var, sessizliğini acizlik ve teslimiyet addedenler, onun sözlerini duymaya ne zaman başlayacaklar acaba? Susmanın adi suçlardan biri olduğunu varsayanlara inat susuyor. Bu; bir kaçış, kabulleniş, yok sayış değil belki sessiz kalıp yüreğine dönebilmek, şiire dönebilmek, eve dönebilmek, söze dönebilmek…

Önceki ve Sonraki Yazılar
Hakan Bahçeci Arşivi