Mehmet Toker

Mehmet Toker

Cinayetler Nasıl Engellenir?

Cinayetler Nasıl Engellenir?

Zihinlerimize algı operasyonu çekenler, bilinçaltımıza öyle bir yükleme yaptılar ki; cinayet, denildiğinde  aklımıza sadece ve sadece kadın cinayetleri geliyor. Halbuki, gerek BM suç ofisinin, gerekse TÜİK'in Türkiye ile alakalı verilerine baktığımız zaman cinayet sebebiyle hayatını kaybeden maktûllerin oranı yüzde seksen erkekler, yüzde yirmi de kadınlar şeklinde gerçekleşiyor.
 
Fakat, feminizm ve cinsiyet eşitliği söylemleri ile  kadın üzerinden aileyi dağıtmak isteyen Küreselci Siyonist Lobiler ve onların emireri toplum mühendisleri, cinsiyetçi bir ayrımcılıkla,  sadece öldürülen kadınları görmeye ve göstermeye çalışıyorlar. Cinayet sebebiyle bir erkeğin öldürülmüş olması feminist zihniyet açısından bakınca, bırakın vaka-i adliyeyi, vaka-i adiyeden bile sayılmıyor. Öldürülen erkekleri görmüyorlar. Kocaları, babaları, oğulları öldürüldüğü için mağdur olan kadınları ısrarla görmezden geliyorlar ya da kamuoyundan saklıyorlar. Öldürülen ister kadın ister erkek olsun her iki durumda da mağdur olan sadece maktûller değil topyekün bir toplum ve toplumun temel taşı olan ailedir. Öldüren/öldürülen erkeklerinde aileleri dağılıyor, anneleri, hanımları, kız çocukları yaralı, mağdur, mutazarrır ve mustazaf durumuna düşüyor.
 
Ne tuhaftır ki; 2010 yılında henüz daha feshedilen "İstanbul Sözleşmesi" imzalanmadan ve "6284 sayılı kanun" çıkarılmadan, mor çete tarafından, "Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu" diye feminist bir oluşum kurulmuş. Yani feminist zihniyet cinayetlerde bile cinsiyet ayrımcılığı yapıyor.  Olması gereken, kadınıyla erkeğiyle cinsiyet ayrımı gözetmeksizin, cinayetlerin durdurulması noktasında çaba sarfetmektir.  Peki, bu noktada cinayetler nasıl durdurulur? Bu soruya kimse ciddi anlamda kafa yormak istemiyor veya kafa yoranları galiba şöhret yapmıyor olacak ki kimse bu taşın altına elini koymak istemiyor.
                                                
Cinayet fiilinin mefhum olarak varlığı toplumlarda ciddi bir problemdir. Cinayet vukuu bulduğunda,  sadecemaktûller zarar görmüş hayatını kaybetmiş olmuyor. Aynı zamanda maktûlün ailesi, çocukları, yakınları toplumda mutazarrır durumuna düşüyor. Aynı şekilde katilin de kendisi, ailesi ve çevresi bir anlamda aynı kaderi paylaşmış oluyor. Fakat günümüzdeki cari olan ceza kanunu, toplumdaki bu olumsuz durumu gidermek için yeterli bir çözüm ortaya koyamıyor. Zira bugün Türk Ceza Kanunu olarak bildiğimiz, 1889 tarihli "İtalyan Zanardelli Yasası" ithal edilerek 1926 yılında TBMM'de kabul edilen ceza yasasıdır. Yürürlüğe girdiği tarihten itibaren günümüze gelinceye kadar tam 54 kez değişikliğe uğramış, buna rağmen istenilen olumlu netice, toplumsal huzur sağlanamamıştır. TCK'nın, adaleti ve hakkaniyeti tesis etme noktasında yetersiz olduğu her geçen gün daha net bir şekilde ortaya çıkmaktadır. 1926'da ithal edilen İtalyan Ceza Kanunu'na 1936 yılında 141. ve 142. maddeler eklenmesiyle düşünmek ve düşünceyi ifade etmek bile suç kabul edilmiştir.  Düşünen binlerce münevveri cezalandırdıktan sonra 141. ve 142. maddeler ancak 1991 tarihinde kaldırılabilmiştir.
 
TCK'da kasten öldürme suçunun yani cinayetin cezası, (TCK 82/1-a) maddesine göre müebbet hapis cezasıdır. Ancak, "müebbet hapis cezası" dediğimiz zaman bunun "içeriden ancak cenazesi çıkar" bir ceza olmadığını artık bugün herkes biliyor. TCK’nın (82/1-b) maddesinde düzenlenen  "Canavarca hisle ve eziyet çektirerek adam öldürme suçunun" cezası olan ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasının karşılığı da yine aynı şekilde "içeriden ancak cenazesi çıkar" bir ceza değildir. Bu cezaları  bugün herkes özellikle bilmemesi gerekenler bile biliyor. Müebbet hapis cezasına alanlar; iyi hal indirimlerini, her 9-10 yılda bir çıkan afları vesaire matematiksel hesaba dahil etmez isek, ortalama 20-25 yıl neticesinde, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası alanlar ise ortalama 25-30 yıl içerisinde tekrar topluma dönüyorlar. Yapılan istatistikler gösteriyor ki, daha önce cinayet suçu işlemiş olanların bir kısmı tekrar aynı suça tevessül de edebiliyor. Yani hapis cezası ile katillerin cezalandırılması pek de adaletli ve hakkaniyetli gözükmüyor. Hatta bu durum emsal teşkil ederek bir anlamda yeni cinayetler'in işlenmesinin önünü açmış oluyor. Özendiriyor. "Yatar, çıkarsın!, İçerde ben sana bakarım!, müebbet bile alsan yatarı 15 yıl gibi..." söylemler cinayet suçunu ve cezasını bir anlamda zihinlerde tahfif ediyor.
 
Daha hakkaniyetli, daha adaletli bir çözüm ne olmalıdır? Çözüm kainatın, insanlığın yaratıcısı Adil-i Mutlak olan Allah tarafından Bakara Sûresi 179. ayeti kerimede kanun maddesi olarak dile getiriliyor: "Kısasta sizin için hayat vardır ey akıl sahipleri. Umulur ki sakınırsınız!" Bugün toplumda kadınıyla erkeğiyle cinayetler, yükselen bir ivme ile artmaya devam ediyorsa, çıkarılan yasalar, dahil olunan uluslararası sözleşmeler vesaire, cinayetleri engellemeye yetmiyorsa, o zaman tek çözüm barış dini olan hayat dini olan İslam'ın bu hükmünü yeniden hayata geçirmektir.
 
Kısas, öldürenin öldürülmesi demek olduğuna göre, "öldürmekle hayat nasıl sağlanacak?" sorusu akıllara gelebilir. Katilin ölümle cezalandırılması, toplumun diğer fertlerinde, psikolojik anlamda bir engellemeye, caydırıcılığa ve öfke kontrolüne sebep olur. Çünkü bir kimse, başkasını öldürdüğünde kendisinin de kesinlikle öldürüleceğini bildiği için bu düşüncesinden vazgeçer. Böylece hem kendi hayatını, hem de öldürmek istediği şahsın hayatını korumuş olur. İnsanların kanları ve hayatlarının korunması, ancak kısas cezasının uygulanması ile mümkün olabilir. Kısas hükmünün içerdiği hayat, herşeyden önce canileri adam öldürmekten caydırmasından kaynaklanır. Çünkü öldüreceği insanın hayatına karşılık kendi hayatından olacağından kesinlikle emin olan kimse, elbette adam öldürmeye kalkışmadan önce aklını başına alacak, düşünecek ve "Böyle bir işi yapayım mı, yoksa yapmayayım mı?" diye tereddüt edecektir. Ayrıca fiilen işlenen cinayetlerde öldürülenin ailesinin ve yakın akrabalarının gönül yaralarını iyileştirmesi, bu gönüllerdeki kin ve intikam özlemini dindirmesi bakımından "kısasta hayat vardır". O intikam özlemi bir defa harekete geçti mi, durmakta bilmiyor ve kan davası dediğimiz sıralı cinayetler'e sebep olabiliyor. "Kısasta hayat vardır." Çünkü kişinin yaşama hakkına karşı düzenlenen saldırı, aslında hayatın tümüne karşı, öldürülen ile birlikte hayat sürecini paylaşan hayattaki bütün insanlara karşı girişilmiş bir saldırı olduğuna göre, kısas yasası, caniyi bir tek cana kıymaktan caydırmış ya da alıkoymuş gibi gözüksede aslında onu hayatın bütününe saldırmaktan alıkoymuş ve vazgeçirmiş demektir. Dolayısıyla hem kendisinin mutlak anlamda hayatının kurtuluşu hem de bir ferdin bir ailenin ya da bir toplumun hayatının kurtuluşu mânâsına gelmektedir.
 
İslam Ceza Hukuku taammüden öldürmelere, kısas cezası uyguladığından dolayı, 600 yıllık Osmanlı  toplumunda vukuu bulan cinayet vakalarının günümüzle kıyaslanamayacak kadar düşük olduğunu tarihi kayıtlar ve şeriye sicilleri ortaya koymaktadır.  Tıpkı Medeni Kanun'da olduğu gibi Ceza Hukukunda da, ithal kanunlarla bu toplumda huzuru, sükûnu sağlamak mümkün değildir. Öyleyse hazır anayasa değişikliği de gündemde iken, ceza hukukunda ve diğer bütün hukuklarda, kanunlar da özümüze dönmek kendimize ait olan kültür ve medeniyetin bir yansıması olan hukukumuzu yeniden ihya ve inşa etmek yerinde bir adım olacaktır. Aksi halde her gün gazetelerin üçüncü sayfalarında, cinayet haberleri, sütunlarda kendilerine yer bulmaya devam edecektir. Ayet-i kerimede ki "Ey akıl sahipleri" vurgusunu da gözden kaçırmamanız lazım...

Önceki ve Sonraki Yazılar
Mehmet Toker Arşivi
SON YAZILAR