Hamallık mı kalbin yaptığı?
Yürek mi bedene yük, beden mi kalbin hamalı… Acıyı yüreğinde hisset demişti şair, acı önce nerede tezahür eder ve aynı yürek mutluluk denen o heyula hisse de ev sahipliği eder. Sen nasıl bir yaratılışa sahipsin ki ey kalbim, seni taşımakla görevli bedenim gün gelip mecal bulamıyor şu fani dünyanın ağırlığına.
Kayboluyor insan kimi zaman hem de yüreğinden başlayarak, kalbinden başlayarak. Sahi insan kalbinden de sığınır mı, var mı böyle bir yer bir zaman? Oysa kalbine dönmek istemiyor mu insan, en kuytu en uzak köşesine çekilmek, en karanlık yerinde bir mahzen serinliğinde kalbine sığınmak…
Kaybettiğini hatırlamak için yüreğinden başka var mı adresin? Ne kadar uzağa gidersen git aramak için çıktığın şey yanında götürdüğün kalbin olacak.
Ne ile teskin olur pervasızca hırpalanan kalbimiz, ne ile huzur bulur hayasızca yaftalanan kalbimiz? Hangi yana baksak hüznün ve acının demlenmiş ağırlığı, hangi yana gidelim desek dinamitlenmiş yolların tuzağı…
Hayat, bazen yüreğimize öyle yükler bindiriyor ki taşımak neredeyse imkânsız... Çöküp kalıyor yüzümüze vurulan her söz ağırlığıyla. Gördüğümüz hatalar, ithamlar ve suçlamalar… İçimizde biriken o ağırlık, bizi adım adım sürüklüyor beklenen sona. İçimizde bir yerlerde tutuşmuşken kavgamız dünle, bugünle ve yarınla, bizi kalbimiz taşıyor yine yüklenip sırtına.
Oysa bir kuşluk vakti henüz doğmada güneş, henüz çiğ taneleri yapraklarda, henüz düşmüş şavkı bir çınarın. Nasıl da basit ve nasıl da sıradan bir sahnedir bu ve aslında nasıl da huzur verir ve neşedir kalbin karanlığına. Yüreğimi de alıp koysam eline, bir servi dalında bir serçenin derme çatma yuvasına. Hani misal azizim, bir yağmur sonrası, yansırken yüzüm kaldırım taşlarına, bir şemsiye uzatsa kadim bir dost, hani görmemişsin uzun zamandır, tesadüf çıkmış karşına, nasıl da teselli bulur bir an da olsa.
Küçük şeylerle sevinir avunur bir çocuk yüreğim. Şimdi ne çok ihtiyacım var o çocuk yanıma. Demem o ki kolaydır beyim beni kandırmak, bir “günaydın” bir yarım simit, bir elma şekeri… Gün batımında dönerken bir balıkçı kendi limanına ve el sallamışsa uzaktan bana gülümserim, sevinirim. Oysa nerden tanır nasıl seçer beni uzaktan ve insan tanımadığı birine bile neden selam verir hatırlasana. Kolaydır beyim beni avutmak, kalbim çocuktur, kırılmıştır evet, incinmiş de olabilir bir gaddarın sözünden. Bir rüzgâr gülüne üzülebilirim, kopmuşsa kanatlarından biri, bir yaprak erken düşmüşse dalından. Yine de umut beslerim içimde muştular beklerim babamdan, ne zaman yağmur yağsa el açarım medet beklerim buluttan.
Ne çok parmak işaret ediyor beni, ne çok yay gerilmiş ve oklar bana çevrilmiş. Ezip geçmek istiyor kalbimin çiçeklerini tanımadığım karanlık yüzler ve sahipleri. Kalkıp onlar için de üzülen kalbim nereden ve nasıl buldu bu cesareti, bu merhameti? Merhamet… Nasıl da yüklenmiş bu yüce hissi kalbim…
Ruhum mu ağır kalbime, kalbim mi yeltendi ve kabullendi bu ceremeyi? Yok, bu kadar yüküyle kalbime daha ne söylerim, nasıl şikâyet ederim. Bırak beni gideyim, kalırsa kalbim kalsın o da beni uğurlasın. Kaldı ki beyim kim bilebilir belki bu son cümlemdir.