Mehmet Toker

Mehmet Toker

İfade özgürlüğü mü, hakaret özgürlüğü mü?

İfade özgürlüğü mü, hakaret özgürlüğü mü?

Hassas günlerden geçiyoruz. Dünya üzerinde farklı provakatif eylemlerin ard arda geldiği, dışarıda ve içeride aleni ve gizli İslam düşmanlarının tek bir merkezden düğmeye basılmışçasına hareket ettiği günleri yaşıyoruz. Norveç'in başkenti Oslo'da İslam karşıtı aşırı sağcı! grup Sian üyelerinin parlamento önünde gerçekleştirmiş olduğu eylem yansıdı medyaya. Geçen yıl Kasım ayında da buna benzer bir hadise yine aynı yerde gerçekleştirilmişti. Eylemde Sian üyesi bir kadın: "Hristiyanlığı, Hinduizm’i eleştirebilirsiniz ama İslam’a laf söyleyemezsiniz. Artık bitti." diyerek Kur'an-ı Kerim'i yırttığı ve sayfalarına tükürdüğü görülüyor.

Akabinde Fransa'da 2015'teki düzmece saldırılarla kontrollü bir tiyatro ile gündeme gelen Charlie Hebdo Dergisi, İslam'a, Hz. Peygamber (SAV)'e hakaret eden karikatürleri yeniden yayınlayarak; Fransa'nın ekonomi-politik olarak düşmüş olduğu durumdan İslam düşmanlığı tezi ile Fransa'ya yeni bir koridor açmak istiyor.

Akabinde TC.Belensay rumuzlu ahlak yoksunu bir İslam Düşmanı, şahsi sosyal medya hesabından Peygamber Efendimiz (SAV)'e hakaretlerde bulunuyor. Bununla da yetinmeyip Fransa Cumhurbaşkanı'na, Charlie Hebdo dergisine övgüler düzüp, peygambere hakaretin düşünce özgürlüğü olduğunu savunuyor.

Akabinde Fatih Nurullah kod adlı sahtekar, tarikat şeyhi kılığına bürünüp, ipini elinde tutan ağa babalarının İslam'a, Müslümanlara, İslam'ın tasavvuf anlayışına saldırabilmeleri için pedofilik bir eylemde bulunuyor. Onun bu eylemi neticesinde, bu topraklarda yaşayıp bu topraklara ait olmayan, kimliğini gizleyen ya da ipini başkalarının tutmuş olduğu İslam düşmanları bütün Müslümanları genelleyerek topyekün saldırıya geçiyor.

Akabinde Sırbistan Cumhurbaşkanı Amerika ile bir anlaşma imzalıyor ve bu imza neticesinde büyükelçiliğini Kudüs'e taşıması kendisine dikte ediliyor.  İmzalamış olduğu anlaşmanın içeriğinden habersiz olduğu; kameralara yansıyan görüntülerde jest ve mimiklerinden belli oluyor. Bütün bu hadiseleri üst üste koyup topladığımız zaman, bütün bu hadiselerin rastgele, kendi dar çerçevesinde gerçekleşen eylemler olduğunu söylemek safdillik olur. Bu ve benzeri eylemler önümüzdeki günlerde de dünyanın farklı noktalarında meydana gelebilir. Hassas sinir uçlarını kaşımaya devam edebilirler.

Bütün bunları sadece islamophobia/islamofobi veya düşünce özgürlüğü kapsamında değerlendirebilir miyiz? Norveç'te eylemde Sian üyesi kadının ağzından çıkan cümleye ve akabindeki yapmış olduğu fiile iyi dikkat etmek gerekiyor. "Hristiyanlığı, Hinduizmi eleştirebilirsiniz ama İslam'a laf söyleyemezsiniz. Artık bitti."  diye bağırıp Kur'an-ı Kerim'i yırttığı ve sayfalarına tükürdüğü görülüyor. Burada İslam veya Kur'an'ı eleştirmek yok doğrudan doğruya İslam'ın kutsal kitabı olan Kur'an-ı Kerim'e fiziki bir saldırı ve bir hakaret söz konusu.

Eleştirme konusuna gelince; özellikle son 200 yıldır Avrupalı müsteşrikler/oryantalistler İslam’ı eleştirebilmek adına tabiri caizse biz Müslümanlardan daha titiz bir şekilde İslam'ın bütün ana kaynaklarını hallaç pamuğu gibi atmışlar. Ama cevapsız kalan ya da onları haklı kılan hiçbir fikri tutarsızlık bulamamışlar. İslam'ın yumuşak karnı diyebileceğimiz Hz. Peygamberin çok evliliği, Hz. Aişe annemizin yaşı, kadınların mirasta yarı pay alması, şahitlikte iki kadının bir erkekle denk tutulması vb... hususlar üzerinden zaten saldırabildikleri kadar saldırmışlar ama bu saldırıları ve eleştirileri fikir planında cevabi karşılık bulduğundan dolayı, o noktada da artık söyleyecek söz bulamamaktadırlar. Kur'an-ı Kerim'in eksiğini! çelişkilerini! hatasını! bulma iddiasıyla yola çıkanların birçoğunun yolunun ihtida ile neticelenmesi İslam'ın hakikatini, bir kez daha teyid ederek onları aciz bıraktığını görüyoruz. Böyle olunca İslam’ı düşünce planında, insanların zihninden, kalbinden düşüremeyenler adını düşünce özgürlüğü koydukları bir hakaret özgürlüğü istiyorlar. Hakaret, Müslümanın yapmayacağı ve tasvip etmeyeceği bir konudur.  Hakaret, bir hak ihlali karşıdaki tüzel veya özel kişiliğin özgürlüklerine haklarına tecavüzdür. Dolayısıyla İslam düşmanlığının dışa vurumudur.

Dışarıdaki İslam düşmanlarının dümen suyuna giren içimizdeki İslam düşmanları da aynı şekilde düşünsel manada bir ifade özgürlüğü değil; sövüp sayabilecekleri, hakaret edebilecekleri, küfür edebilecekleri, hakaret ve küfür özgürlüğü istiyorlar. İslam’ı eleştirme özgürlüğü olmadığını söyleyenlerin, konu Yahudiliğe veya Yahudileri eleştirmeye geldiği zaman antisemitizm korkusuyla ağızlarını bile açamadıklarına şahit oluyoruz.

Din perspektifinde ifade özgürlüğünün belki de en geniş manada İslam dini üzerinde ve Müslümanlar arasında yaşandığını ifade edebiliriz. Müslümanların kendi aralarındaki tartışmalara baktığımız zaman hadislerin toptan reddi, genellemeci bir üslupla hadislerin mevzuu sayılıp inkarı, Kur'an tefsir ve meallerinin durumu, kelâmi konulardaki tartışmalar, fıkıh alanındaki farklılıklar ve benzeri konuları değerlendirdiğimiz zaman fikri planda en çok eleştiriye ve düşünce özgürlüğüne müsaade eden dinin İslam dini olduğunu söyleyebiliriz.

Bugünlerdeki İslam dinine organize saldırının arka planında güçlenmekte olan Türkiye'nin bölgesinde etki ve yetki alanlarını genişletmesinin Emperyalizme verdiği rahatsızlık olduğunu söylemek yerinde bir tespit olacaktır. Bugün Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi tarafından sürekli itham edilen Türkiye, pek çok Avrupa ülkesine nazaran daha fazla düşünce özgürlüğün olduğu, düşünce ile ilgili sınırlamaların dini alanlarda veya İslam dini ile alakalı değil, tam tersi İslam dışı alanlar ile alakalı olduğunu da ifade edebiliriz. Türkiye Cumhuriyeti kanunlarında, Hz. Peygamber ve Kur'an-ı Kerim, yasalarla korunmuyor ama Türkiye Cumhuriyeti'nin ilk cumhurbaşkanı 5816 sayılı kanunla korunuyor. Eleştiremezsiniz, sorgulayamazsınız, düşüncelerinizi ifade edemezsiniz. Resmi ideolojik söylemin dışında tarihi bir gerçeği dile getiremezsiniz.

Ülkemizdeki ifade ve düşünceyi yayma özgürlüğü aynı zamanda kontrolsüz büyük bir alanı kapsamaktadır.  Mesela son günlerde çocuk istismarı ile gündeme gelen şeyh kılığına bürünmüş sahtekar ve benzerlerinin kendi düşüncelerini yaymak için internet üzerinden yayın yapmaları, hatta televizyon kanalı kurup bu kanallarda kendi şahsi kanaatlerini yada sapıkça düşüncelerini dile getirmeleri, basın özgürlüğü kapsamında değerlendirmektedir.  Ne tuhaftır ki glikoz şurubunu bal diye satan sahtekarlara ve bunların reklam yaptığı kanallara RTÜK tarafından, ticaret bakanlığı tarafından yaptırım uygulanıp, ceza verilebilirken; Din diye hurafe satanlara, rüya anlatanlara, uydurma bilgilerle cahil bırakılmış Müslümanları kandıran kanallara ne RTÜK tarafından ne de Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından hiçbir kısıtlayıcı, engelleyici ya da cezalandırıcı muamele yapılamamaktadır. Kendi sosyal medya hesabından Hz. Peygambere ve Kur'an'a hakaret eden kimselere kanunlarımızda caydırıcı herhangi bir ceza bulunmamaktadır. Nitekim TC.Belensay rumuzlu şahıs, ifadesi alındıktan sonra serbest bırakılmıştır. Yani yaptığı yanına kar kalmıştır. Tıpkı daha önceki örneklerinde olduğu gibi. Pedofili eylemi ile gündeme gelen şeyh kılığına bürünmüş sahtekar üzerinden İslam'a ve Müslümanlara saldıranların, aynı zamanda bu ve benzeri şahısları kullanan ve bunların ipini elinde tutan kimseler olduğu da dikkatimizden kaçmıyor. Artık tiyatrocularla yetinmiyor, yönetmenleri ve senaristleri tanıdığımızı da ifade etmekte fayda mülahaza ediyorum. Kendi kuklalarını oynatıp, kuklanın toplumda meydana getirdiği infialden faydalanarak; toptancı bir anlayışla, genelleme yaparak: "Bütün tarikatlar, cemaatler yasaklansın, Diyanet bütün müesseseleri ile beraber kapatılsın." fikrini savunmaları ve "30 Kasım 1925'te tek parti döneminde kapatılmıştı, çok isabetli bir karar alınmıştı, bunların böyle yanlışını gördüğümüz için İslam dinine zarar verdikleri için atamız kapatmıştı!" gibi birtakım söylemleri iki yüzlülüklerini bile gizleyememektedir.

Zira bugün şeyh kılığındaki sahtekarlar, İslam hakikatından uzak, kendi kişisel anlayışlarını "Din" diye pazarlayan bir takım şarlatanlar, gecekondu tarikatlar türemiş ise, bütün bunların temeldeki sebebinin; Osmanlı döneminde meşrû bir yapı olan "meclisi meşayih" tarafından denetimi, kontrolü yapılan meşru yapıların (tekke ve zaviyelerin) yasaklanıp ve merdiven altı gayri meşrû yapılara dönüşmesine sebep olmasından kaynaklanmaktadır. Bugün kendi şahsi fikirlerini, rüyalarını, hezeyanlarını, sapkınlıklarını, "Din" diye pazarlayan şarlatanların etrafında İslami konularda cahil bırakılmış Müslümanlar kümelenip, saf tutup bir topluluk oluşturuyorlarsa, o sahtekarlara prim veriyorlarsa; 1000 yıldır İslam'ın sancaktarlığını yapan bu milletin evlatlarına din eğitimini öğretimini yasaklayıp, medrese ehli alimleri astırıp, Kur'an'ı Kerimleri toplatıp, Elif cüzü basılmasını bile bu ülkede yasaklayanlar sorumludur.

İslam'ı, Müslümanları hem dahili ve harici İslam düşmanlarının hakaretlerinden, hem de din adına gayri islami şahsî fikirlerini, ihtiraslarını, yanılgılarını, hezeyanlarını, rüyalarını, sahtekarlıklarını "Din" diye pazarlayanların tasallutundan kurtarmak adına yapılması gereken, bütün Müslümanların bilgi temelinde İslam'ın ana kaynaklarına yeniden yönelmesi, İslam'ın ana kaynakları olan Kur'an ve sünnetin, İslam'ın bilgi edinme yolları olan vahiy, akıl, mütevatir haber ve havassı selime(beş duyu) kapsamında yeniden anlaşılması noktasında gayret sarf etmesidir. Tasavvufu, sahtekarların, şarlatanların, kuklaların, istihbarat örgütlerinin ajanlarının tasallutundan korumak adına da RTÜK ve Diyanet İşleri Başkanlığının bu yapılara müdahale edebilir, denetleyebilir, cezalandırılabilir bir yetkinliğe kavuşturulması gerekmektedir.

Özellikle bugün Hz. Peygambere ve Kur'an'a hakaret yoluyla İslam'a saldıran batılıların, büyüyen güçlenen dünyada etki ve yetki sahibi olan Müslüman bir topluluğun ve devletin varlığından duymuş oldukları rahatsızlığın dışavurumu, bir dikkat dağıtma, Müslümanları provake etme vetiresi olduğunu da unutmamamız lazım.

Bize düşen, İslam’ı Kur'an ve Sahih Sünnetten, usul'üd-din çerçevesinde öğrenmek ve İslam'ın rüyalarla inşa edilen bir din olmadığını, hakikatler ile inşa edilmiş ve yaşayan bir din olduğunun bilincinde olmaktır. İslam'ın düşünce özgürlüğünü savunurken, inançlara hakareti yasaklayan bir din olduğunu da dünya kamuoyuna ilan edebilmektir. En'am suresi 108. ayeti kerime: "Allah'tan başkasına tapanlara hakaret etmeyin. Sonra onlar da bilgisizlik yüzünden sınırı aşarak Allah'a hakaret ederler. Böylece biz her ümmete kendi işlerini güzel gösterdik. Sonunda dönüşleri Rabb'inedir. Artık O, ne yaptıklarını kendilerine bildirecektir. Müslüman'ın hakaret özgürlüğü yoktur. Eğer Allah'tan başkasına tapanlar, İslam'a hakaret ediyorsa; bu Müslümanın İslam'ı gerektiği şekilde temsil ve tebliğ edememesinin neticesidir vesselam.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Mehmet Toker Arşivi
SON YAZILAR