Hasan Ukdem

Hasan Ukdem

Kubbe- i Hadra'da bir akşamüstü

Kubbe- i Hadra'da bir akşamüstü

Konya’nın üstünde, batan güneşin kızıllığı duruyor henüz. Yer yer kabarmış bulutlar da bu kızıl şerbete batmış pamuk şekerler gibi görünüyor Kubbe-i Hadra’nın üstünde. Bu akşam ilk teravih kılınacak ve yarın Ramazan bütün güzelliği, neşesi ve bereketiyle şehrin havasını kendi iklimine çekiverecek. Sabahlar biraz daha tenha, gün biraz daha yavaş akacak ve ikindiden sonra hareketlenen bir hayat bulacağız bu Ramazan günlerinde. Tahmin ettiğiniz gibi ben bu yazıyı oruca başlayacağımız günün akşamında yazıyorum. Sizler bu yazıyı okurken üçüncü orucu tutuyor olacaksınız. Pek çok büyük şehirde bu mübarek ayın rengi hissedilmez ama çok şükür ki Konya’mız her ne kadar eskisi gibi olmasa da manevi iklimin getirdiği havayı şurasında burasında yaşamaya devam ediyor.

Türbe önü, Mevla Çarşısı, Bedesten ve Hükümet Meydanı civarında her günkü telaşın ötesinde farklı bir hareketlilik var. Ellerdeki poşetlerde, sahurda ve iftarda hazırlanacak sofraların nevaleleri taşınıyor. İnsanların yüzlerinde her zamankinden farklı bir tevekkül çiçeği açmış sanki. Bu hal daha çok belli bir yaşın üzerinde olanlarda bariz bir şekilde görünüyor. Gençler sanki bu iklimin içindeki yerlerini tam alamamışlar gibi. Göğün kızıllığı yavaş yavaş solarken farklı renkler oynaşıyor yeşil kubbenin üstünde. Güvercinler kanat vuruyor pervazlarda. Akşam, Allah’ın merhametiyle örtüyor şehrin üstünü.

Ve tekmil renkler usulca siyaha iltica ediyor. Akşam ezanı Üçler Kabristanındaki mezar taşlarında yankılanıyor. Selim Sultan’da namaza duruyor müminler. Ramazan bereketinden olsa gerek, cemaat de bir artış, kılınan rekâtlarda bir huşu var. Kalplerin yumuşaklığı sakin gökyüzüne doğru uçuşuyor sessizce. İnsan, kimsesiz olmadığını, hayat ne kadar meşakkatlerle dolu olsa da Yaradan’ın verdiği sekinetin gönüllere dolduğunu böyle zamanlarda daha iyi anlıyor. Akşam namazı biterken dağılan cemaat camiden çıkınca günün biraz daha karardığını fak ediyor mu, tam emin olamıyorum. Herkes bir yerlere dağılıyor.

Camilerin minarelerinde selalarla Ramazan ayı ete kemiğe bürünmeye başlıyor. Göğe yükselen bu nida Selim Sultan’dan, Aziziye’den, İplikçi’den, Kapu Camisinden ve Konya’nın tekmil camilerinden çıkarak yükseldiği gökten Müslümanların kalplerine çisil çisil yağıyor. Mevlana Celalettin, Şems-i Tebrizi, Sadrettin Konevi hatta Alaaddin Tepesinde yatan Selçuklu sultanları bu şehrayine asırlrın ötesinden gelip katılıyorlar. Sonra Hacı Veyiszade, Tahir Büyükkörükçü hocamız ve daha niceleri şehrin ruhunu kavileştiriyorlar gelen Ramazanın ikliminde.

Bütün bunları herkes hissediyor mu? Bilseniz bu soruya evet demeyi ne kadar çok isterdim. Ama şu kulağı küpeli delikanlı, şu omuzu dövmeli genç kız, şu otomobilinden müzik taşan adam bu soruya evet dememi engelliyor. Hayat bütün tarihe, İslami birikime ve bu okunan selalara, ezanlara rağmen çağın tutturduğu söylemi burada da çekincesiz ortaya döküyor. Böyle olduğu zaman da Mevlana Türbesi; müze, çarşı bir hengâme yeri, esnaflar seküler dünyanın bayileri oluveriyorlar. Bir tarafta sahuru ve iftarıyla gelen Ramazan ayı karşılanırken diğer tarafta insanlar kendi gündemlerini dikte ediyorlar şehrin göbeğine.

Sevginin dili sürçmeye, umudun sesi kısılmaya ve aşkın lisanı bozulmaya başlıyor. Elbette ısrarla sevgi diliyle konuşmalı, umudun sesini gür tutmalı ve aşkın lisanını geliştirmeli. Yoksa nasıl yaşarız? Hepsinden öte nasıl ölürüz? Ve nasıl haşroluruz? Tabi ki yaşarız, ölürüz, haşroluruz bir şekilde. Bu camilerin, minarelerin dahası gelen Ramazanın hesabı bizden sorulmaz mı?

Rabbim bu mübarek ayda kurtuluşa erenlerden eylesin bizi. Sevgiyle kalın.

Herkes bulut sanır, ben derya

Kubbe-i Hadra'nın ardında gökyüzünü

Her akşam kızıl giyinir ümmetin çilesinden

Nasıl kurtulur nefsinden Müslüman?

Nasıl kaçar şeytanın hilesinden?

Bir ırmak gibi Akıp gelen Mevlana

Şehr-i Konya'da umman olmuştur

Yapar tebliğini bütün insanlığa

Cezbe cezbe yaktığı kandilini

Tutar zifiri karanlığa

Bir besmele yeter oysa

Yepyeni bir sayfa açmak için

Bununla dolu değil mi o Mesnevi

Kuru bir kamışın can bulmasıyla

İnsan anlatılır bir nevi

Gelen akşam gibi, çöken gece gibi

Gelse de bu dergâha yedi düvel mensubu

Burada yeniden can bulur, burada dirilir

Dünyanın üstünü örttüğü tekmil sırlar

Gönül gözlerinin önüne serilir

Sevgidir dili, aşktır teması

Açıktır kapısı cümle âleme her zaman

Herkesi çağırır, kimseyi zorlamaz

Ateşi yakar, alevi yansıtır dünyaya

Kimseyi yakmaz, kimseyi korlamaz

Önceki ve Sonraki Yazılar
Hasan Ukdem Arşivi
SON YAZILAR