Osman Uzunkaya

Osman Uzunkaya

Bu acının tarifi yok!

Bu acının tarifi yok!

Günlerden 6 Şubat pazartesi, zaman imsak vaktine doğru ilerliyor. Saatler 04,17’yi gösterirken kulakları tırmalayan uğultu yerini 7,7 şiddetindeki depreme bırakıyor. Yer küre amansızca sallanmaya, üzerinde ne varsa yıkıp dökmeye başlıyor. Yüzölçümü birçok ülkeden daha geniş bir alanı kaplayan, içinde; Kahramanmaraş, Kilis, Diyarbakır, Adana, Osmaniye, Gaziantep, Şanlıurfa, Adıyaman, Malatya ve Hatay illerinin bulunduğu bölge acı ve gözyaşının adresi oluyor. Bu afet, çürük binalarla birlikte çocuk, genç, yaşlı, kadın, erkek demeden ve hiç bir ayrım gözetmeden bütün varlıkları yerle bir ediyor. Yıkılan, devrilen ve harabe haline gelen koskoca binalar enkaz yığınına dönüşüyor. Asfalt yollar tıpkı bir karton gibi enine boyuna yırtılıyor. Yollarda derin yarıklar, arazilerde obruklar oluşuyor. Bölgedeki bazı güzergâhlarda seyreden taşıtlar, yollarda meydana gelen yarıkların arasına düşüp adeta gözden kayboluyor. Bu durum, yıkılan binalara müdahale edecek ve o bölgeye yardım ulaştıracak başta AFAD olmak üzere diğer yardım kuruluşlarının işini zorlaştırıyor. İlk gün bölgeye intikal eden arama kurtarma ekipleri enkaz çalışmalarına adapte olmuşken, 9 saat sonra, saat 13.24’te 7,6 şiddetinde ikinci bir deprem meydana geliyor. Bu defa önceki depremde hasar gören binalar da yıkılıyor.

Kış bütün hiddetini depreme saklamış sanki. İnsanın iliklerini donduran ayaz, yüzleri jilet gibi kesiyor. Onca olumsuzluğa rağmen, arama kurtarma ekipleri canhıraş bir şekilde çalışarak enkazın altındaki yitik canları bulup çıkarmaya başlıyor. Bina enkazlarının önüne yakınlarından haber almak isteyen insanlar doluşuyor. Benizler solgun, bakışlar donuk ve manasız. Gönüller kasvetli, ruhlarda fırtınalar esiyor. Üstüne üstlük kötü hava şartları tüm şiddetiyle devam ediyor. Ne dizlerde mecal, ne gözlerde fer kalmış. Hayatta kalanlar, hayatta kalmalarının buruk sevincini yakınlarından gelecek güzel bir habere saklamışlar belli ki. Eller semaya kalkmış, kulaklar kurtarma ekiplerinden gelecek güzel bir habere dikkat kesilmiş. Kurtarma ekiplerinin cesur yürekli üyeleri, enkaz altından kurtardıkları hayata tutunan canlar için;“Allahû Ekber” diye haykırıyor. Her “sessizlik” ilanında nefesler tutuluyor, sonrasında başlayan sabırsız bekleyiş yerini umut kırıntılarına bırakıyor.

Enkaz altından çıkarılan canlardan; beş yaşındaki minik Hazal’a, “su içer misin?”diye sorulduğunda,“ben muayene olmadım ki!” diye cevap vermesi unutulmamak üzere hafızalara kazınıyor. Deprem devam ederken canını hiçe sayarak çocukları kurtarıp dışarı çıkaran Şeyma hemşire fedakârlık örneği sergiliyor. Bir başka hastanede, Nizam ve Gazel adındaki iki hemşire prematüre ve hasta bebeklerin bulunduğu odaya koşup kuvözlere sarılıyor, kuvözlerin devrilip bebeklerin zarar görmesine izin vermiyor. İnsan sevgisinin, fedakârlığın, merhametin ve görev bilincinin ne olduğunun ve nasıl olması gerektiğinin sergilendiği bu ve benzeri onlarca örnek davranış yürekleri ısıtıp gözleri nemlendiriyor. Enkazdan kurtulduğunda; “evlatlarım ve eşim yaşamıyorsa bende yaşamak istemiyorum.”diye tepki veren vefakâr eş kendini bırakıp; “candan öte can”ların peşine düşüyor. Televizyon kanallarında acı sahneler yer alıyor. Uzmanlar; “insanı deprem değil, çürük bina öldürür!” diyerek, binaların yapımında gerekli özenin gösterilmemesinden yakınıyor.

Acımız büyük, yaramız taze. Allahtan imdada yetişip varını yoğunu ortaya koyarak depremzedelerin yarasını saran bir devletimiz, onunla yekvücut bir şekilde afete maruz kalan kardeşleri için canla başla çalışan ve eşi benzeri görülmemiş bir yardım seferberliği başlatan necip bir milletimiz var. Elbette bu günlerde geçecek, “kara gün kararıp kalmayacak!” Başımız sağ olsun, geçmiş olsun TÜRKİYE’M!

Önceki ve Sonraki Yazılar
Osman Uzunkaya Arşivi
SON YAZILAR