Prof. Dr. Ramazan Altıntaş
Prof. Dr. Ramazan Altıntaş Diyanetin Hutbesinden Rahatsız Olanlar

Diyanetin Hutbesinden Rahatsız Olanlar

Diyanet İşleri Başkanlığınca hazırlanan 02 Mayıs 2025 tarihli “Nefsi ve Nesli İfsat Eden En Büyük Günah: Zina” konulu Cuma hutbesi bazı çevrelerde rahatsızlık oluşturdu. Neymiş Efendim, Diyanet özel hayata müdahale ediyormuş! Bire gafil! Diyanet İşlerinin yasasında toplumu din konusunda aydınlatma maddesi yer almıyor mu? Eğer İslam’ın zina dediği, nikâhsız birliktelik türlerinde bir artma varsa, bu da İslam’da günah olarak nitelendiriliyorsa, elbette Diyanet görevinin gereği, bu konuya değinecektir. Asıl değinmemesi, sorundur.

Öyle bir zamandan geçiyoruz ki, sanki günaha günah demek suç gibi algılanıyor. Bu toplumun %99’u Müslüman. İster Müslüman, ister değil, bu toplumda yaşıyorsa bir insan, yine de kültürel olarak Müslümandır. Nesli ifsat eden her türlü söz ve davranış biçimi ise, evrensel ölçekte bir ahlak meselesi olarak tedavi edilmelidir. Bundan neden gocunuluyor, acaba? Diyanet İşleri Başkanlığımız güncel bir probleme neşter vurdu. İyiliği emretme görevini yerine getirdi. Kendisine milletin bir ferdi olarak şükran borçluyuz. Her zaman da bu kurumumuzun arkasındayız, yanındayız, içindeyiz.

Bu sene aile yılı olarak ilan edildi. Diyanet İşleri Başkanlığımızın hazırladığı hutbede aileyi korumaya yönelik tedbirler içeriyor. Bundan doğal ne vardır? Bilindiği gibi küreselleşme olgusu mahremiyet alanlarını deşifre etti. Bunda en büyük etken kitle iletişim aygıtlarında yaşanan baş döndürücü gelişmeler. Özellikle TV kanalları, sosyal medya, ünlü denilen bazı kimselerin her türlü ahlâkî-etik değerlerden kopuk yaşam biçimlerinin topluma sunumu gençlerde yanlış modellemelere yol açıyor. Toplumun önünde olan kimselerin dinimize ve dinimizden neşet eden geleneklerimize aykırı düşen hayat tarzları; kısa zamanda eş, sevgili değiştirme, yasal evlilik yerine bir arada yaşamayı tercih etme gibi örnekler bunların başında geliyor. Hatta yasallığa dayalı olmayan birliktelik sonucu çocuklar doğuyor. Bu durum toplumsal yapımızı içten içe çürütüyor. Ahlâkî yoksulluğu daha çok derinleştiriyor. Böylesi bir hayat tarzına özenti duyan gençler ya da aileler var. Her ne kadar dört duvar sır örtüsü denilse de artık sır-mır kalmadığı için istenmeyen durumlar ailelerde yaşanmaya başlandı. Nüfusumuz gittikçe azalıyor.

Öte yandan, evlilik dışı ilişkiler özendiriliyor. Gençler evlilik karşıtı yeni örgütlenmelere yelken açıyor. Fıtrat dışı işler organize ediliyor. Bu sebeple de müstehcenlik sınır-durak tanımıyor. İnsanın var oluş amacı, hazcılıkla tanımlanıyor. Ahlaki kurallar, toplumsal sınırlar ihlal ediliyor. Bu tür gelişmeler, aile yaşamında ‘sadakat’ duygularının körelmesine sebebiyet veriyor. Eşlerin birbirlerine güveni sarsılıyor. Her türlü din ve ahlak bağlarından kopuk yetişen insanlar için tek bir hedef var: “Nefsanî hazları doyurma.” Cinsel hazcılığı yaşam biçimi haline getirmiş gençler aile içi sorumluluk, çocuk sahibi olma ve evlenme gibi durumlardan şiddetle uzaklaşıyor. Onların yegâne yaşam felsefesi: “Her arzunu tatmin et, her zevkini tat!” ilkesine dayanıyor.

Bütün bu gelişmeler karşısında topyekûn toplum olarak yasal, ahlakî ve kültürel manada önlemler alınmazsa, çağdaş sodom, gomoreler yaşanacaktır. İşte bu sebeple Diyanet İşleri Başkanlığımız aileyi ve ahlaki değerleri koruyucu çalışmalar yapıyor. Bu çalışmalara destek vermemiz gerekirken, utanmadan, sıkılmadan köstek olunmaya çalışılıyor. Ne yaparsanız yapın bu millet Müslümandır ve islami değerlere uygun bir yaşam biçimi yaşayacaktır.

Netice, milletimizin geleceği mutlu birey, sağlam aile ve güçlü bir toplum yapısına bağlıdır. Bu yapıyı pekiştirecek olan da doğru bir din ve ahlak anlayışına sahip nesillerimizi yetiştirmekten geçiyor. Bu konuda ailelerden tutun da bütün kurumlara varıncaya kadar tedbir almalıyız. Aile, toplumun çekirdeğidir, aynasıdır. O halde ahlakî çöküşü tetikleyen her türlü gayr-i ahlaki söz ve tutumlarla mücadele etmek bu milletin her ferdine düşen dini ve milli bir görevdir. Bu konuda Diyanet İşleri Başkanlığımız ve İlahiyat Fakülteleri üzerlerine düşen yasal ve dini görevleri tam olarak yerine getirmeleri gerekir. Çare, “iyiliği emretmek, kötülüklerden sakındırmak” ilkesini devreye sokmaktır. Milletimizin tarihsel sürekliliğinin bu ilkeye işlerlik kazandırmaktan geçtiği unutulmamalıdır.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Prof. Dr. Ramazan Altıntaş Arşivi