Hakan Bahçeci
Hakan Bahçeci Kim, Kime Yabancı?

Kim, Kime Yabancı?

Sen değilsin aynadaki bir başkası; kendine yabancı ve buna rağmen kendine düşkün bir varlık olarak son çağın yalnızlığa mahkûm insanısın. Anlaşılmayı beklemek, anlamın kendisinden daha zor. Kurgulanmış, hazırlanmış, tasarlanmış bir kalıp var sana giydirilen. Şimdilerde ekran fenomenleri otuz saniyelik videolarda ne olman gerektiğine ve nasıl olacağına hükmediyor hikayelerinde. Ve o hikayeler aynadaki seni bir adım daha öteye götürüyor belki de.

İnsan, insana benzerdi şimdi insan, insana engel. Kalabalıklarda yitip giderken, birbirine çarpa çarpa daha da uzaklaşıyoruz. Ötekine yabancı kendime yakın mıyım peki? Bir selam, bir kelam, hâl hatır sormak, halden anlamak, hale yola koymak, bir omuz vermek birinin varlığını onaylamaktı. Şimdilerde göz göze gelmemek, derdini dinlememek için ekranlara saklandığımız bir çağdayız. Karşımızdakinin gözlerinin içine bakmayı unuttuk; çünkü orada kendimize benzeyen bir şey görme ihtimali var. Ve bu, artık pek çoğumuz için rahatsız edici.

Birlikte yaşamak, aynı şehirde aynı havayı solumak hâlâ mümkün ama birlikte hissetmek, aynı duyguda buluşmak ve bunu samimiyetle yapmak çoktan lüks oldu. Mahallemdeki simitçiyi, sokağımdaki bakkalı, karşı komşumun çocuğunu tanımıyorum hatta tanımazdan geliyorum kendimi tanımaz olduğum için. Ortak duvarlarımız var ama ortak duygularımız yok. Hepimiz aynı şehirde hepimiz aynı yalnızlıkta…

Biz bize benzemedikçe kendimize benzemez olduk. Kendi özgül ağırlığımızı, sözümüzü niyazımızı, şarkımızı şiirimizi bırakalı çok oldu. Kendi kendime düştüm, kendi kendime küser oldum, ben “bana” yabancılaştım karşımdakini unuttukça. Aynı alışveriş merkezinden aynı elbiseleri kombin yapıyor, aynı lokantada aynı yemekleri yiyoruz, aynı cep telefonunda aynı özçekimi yapıyoruz… Bu kadar aynı ama bu kadar tek başına ne sesimi duyan var ne ses eden.

Aynada gördüğüm “ben” hep eksik, kendimi bulmak için baktığım yerler ıssız. Kendine düşen, kendine sıkı sıkıya hayran insan, görülüyor olmakla yetiniyor. Böylece herkes biraz kayıp, herkes biraz eksik. Ama bu eksikliği itiraf etmek, tamam olmaya adım atmak yerine kargaşaya getirip, gürültüyle örtüyoruz. Daha çok konuşuyor, daha çok tartışıyoruz, daha az dinliyor ve sadece kendi sesimize kulak veriyoruz. Kimse kimsenin acısını taşımıyor, kendi yüküyle o kadar meşgul ki herkes, başkasının kırıklarını görmeye, sessizce iç çekişlerini duymaya hâli de yok vakti de.

Diğerine, yanındakine uzaktakine, sokaktakine, salon duvarının öte yanında yaşayıp gidene yabancılaştığımızdan beri ve hatta bunu bile isteye yaptığımızdan beri birbirimize bakıyor ama görmüyoruz. Kendini göstermek için tüm aynalara dost ama aynada gördüğümüz “ben” için kaygılı ve uzağız.

İnsan, insana en çok şimdi yabancı. O yüzden de bu çağ, acının paylaşıldıkça değil, saklandıkça büyüdüğü bir dönem. Ve biz, birbirimizin yükünü taşıyamadıkça, giderek daha yalnız, daha ağır ve daha sessiz oluyoruz. Sessizlik mi, ne anlamı var değil mi bunca konuşan varken…

Önceki ve Sonraki Yazılar
Hakan Bahçeci Arşivi