Milletin Değeri, Değerlerin Milleti
Toplum dediğimiz şey, rastgele ve öylesine bir araya gelmiş insan kalabalığı ya da yan yana yaşayan insanlardan oluşan rastlantılar topluluğu değildir. Aynı toprağı paylaşan, aynı bayrağın gölgesinde nefes alan, aynı dili konuşan insanların bir araya gelmesi de tek başına “millet” demek değildir. Millet, en çok da kalpten kalbe uzanan görünmez bağların adıdır. Bu bağların ipliği, ortak değerler, ülkü birliği, aynı acıyı hissedebilme, aynı sevinçle mutlu olabilmedir.
Her toplum da millet olabilme bahtına çıkmaz sanırım, sayı olarak kayda değer nice insan nüfusu olan kalabalıklar millet olamadan dağılıp gitmiş de olabilir. Bir milleti ayakta tutan sütunlar, taş duvarlar değil; inanç, adalet, merhamet, vefa ve fedakârlıktır. Bu değerler, her neslin elinde yeniden yoğrulur, yeniden anlam kazanır. Birlikte sevinmeyi, aynı acıya yanmayı, sofrada bir lokmayı bölüşmeyi mümkün kılan şeylerdir bunlar. Yalnızca alışkanlık değil, ruhun derinliklerinde yankılanan bir melodidir değerler; bizi biz yapan, kim olduğumuzu hatırlatan devasa yekûn…
Türk milletinin, kendi varoluş dinamiklerini kuşaktan kuşağa aktarabildiğine şahidiz. Yarınlar için de aynı inanç ve ümidi taşıyanlar tam da millet olma bilinci içinde olanlar değil midir?
Tarihin aynasına bakın. Güçlü medeniyetler yalnızca surlarıyla, ordularıyla, altınla değil; ortak ülkülerin etrafında kenetlenen insanlarıyla ayakta kaldılar. Ne zaman ki o ülküler zayıfladı, değerler unutuldu, işte o zaman en ihtişamlı yapılar bile çöktü. Çünkü değerleri aşınmış bir toplum, içten içe boşalmış bir ağaç gibidir; dışı yeşil görünse bile en küçük rüzgârda devrilmeye mahkûmdur.
Bugün de durum farklı değil. Huzur, kuvvet, medeniyet, izzet ve şeref modern binaların yüksekliğiyle, ekonomilerin büyüklüğüyle, şehirlerin ışıklarıyla gelmez. Belki tüm bunlar, komşusuna güvenebilen, arkadaşına sırtını yaslayabilen, yarasını görenin merhem sürebildiği bir toplumda bulunur. Eksik kaldığım yeri aynı cephede omuz omuza durduğum kim varsa o tamamlar inancı, ben değil biz teslimiyeti, nicelik değil önce nitelik kabulü milletin temel değerleri olursa fertler aidiyet duygusunu yüceltirler.
Değerlerini kaybetmiş bir toplum, yolunu kaybetmiş bir yolcuya benzer. Elinde harita olsa da yönünü bulamaz, çünkü iç pusulası kırılmıştır. Ama değerlerini yaşatan toplumlar, geleceğe emin adımlarla yürür. Birlikte inşa ettikleri ülkü, onlara karanlıkta bile ışık olur.
Millet olmanın en büyük sırrı, aynı geçmişi paylaşmaktan ziyade, aynı geleceği kurma iradesinde buluşmaktır. O iradeyi diri tutan ise değerlerimizdir. Onlar bizim hafızamız, kimliğimiz, kalbimizdir. Ve ancak kalbi olan toplumlar, geleceğe kalabilir. Bazen tek bir isim, bazen bir zafer, bazen bir sefer günü gelir o milletin en kıymetli ve en güçlü enerjisi haline gelir.
Değerler, ortak ülkü ve ortak hedefler, bir olabilme inancı; bir milletin göğünde parlayan yıldızlardır, yol gösterir, yön tayin eder. Gün olur “Zafer” bir savaşın adı olur, Otuz Ağustos olur o günü hatırlar o günün onuruyla yarına bakarız. Bazen bir türkünün nakaratında, bazen bir annenin duasında, bazen de bir çocuğun masum gülüşünde saklıdırlar. Kaybolmazlar, sadece unutulurlar. Hatırlandıklarında ise yeniden hayat bulur, yeniden diriltirler bizi.
