Nereyi Yazsam Nereye Gitsem
Serlevhada kullandığımız soru kalıbını, bilhassa evladı üniversite sınavına girmiş olanlar çokça duyuyor, kullanıyor ve en isabetli cevabı vermek için uğraşıyor. Bunca genç yüksek tahsilini yapabilmek için yaşıtlarıyla yarışıp sıra kapma peşinde didinip duruyor, yetmiyor tercih döneminde tekrar uğraşıyor.
Sınav sistemin aksayan, bize nakıs gelen taraflarını bir kenara bırakarak, gençlerimizi ne bekliyor ve biz onları hayata hazırlamakta ne kadar başarılıyız sualini sormak daha mühim ve elzem gibi geliyor.
Milyonlarca gencimizi liseyi mecburen okutup yüksek okul kapılarında aday yapıyoruz. Yüksek tahsil, okuma oranları, üniversite okumanın ne kadarımıza gerek olduğu gibi tartışmaları da ehillerine bırakarak gençlerimizin sınav sonrası sorduğu o netameli suali tekrar sorayım; bu gençler nereye gitsin?
Velhasıl üniversite sınavı bitti. Gençlerin koca bir yıl boyunca sırtında taşıdığı “TYT-AYT dağları” en sonunda geride kaldı. Şimdi sıra tercihlerde: Yani “Nereyi yazsam, nereye gitsem?” faslı. Sınavın en stresli kısmı mıydı? Belki. Ama yanlış tercih yapıp “Ben burada ne arıyorum?” diye yıllarca kendine sorular sormaktan daha stresli olamayacağı kesin.
İşimiz gereği çokça genç görüyoruz, kimisi çok mutlu ve neşeli kimisi çok dertli ve pişman. İşin gerçeği mutlu olacağın mesleği seç diyebilecek durumda değiliz, malum ülke gerçekleri. Peki ya istemediği halde o bölümü okumak zorunda kalan, bundan dolayı içinde hep bir eksiklik hisseden ve kendini gerçekleştirmeyi hep yarına bırakan ve hiçbir zaman o yarına ulaşamayan gencin durumu… Yanlış bölümü seçmiş öğrencileri gözlemleseniz, gözlerindeki ifadeyi hemen tanırsınız: “Ben bu bölümü severek yazmadım, bana yazdırdılar” bakışı. Anne-baba baskısı, komşu tavsiyesi, “O bölümde iş çok” efsaneleri ve bir de internet forumlarının “Abi bu bölümü okuma, hayattan soğursun” başlıkları arasında gençler, sanki pizza seçiyormuş gibi hayatlarına yön veriyor.
“Doğru tercih” diye bir şey varsa bile, onun ne olduğunu kimse tam olarak bilmiyor. 10 yıl sonra adını bile duymadığınız bir meslek yıldız mesleğe dönüşebilir. Ama en azından sevebileceğiniz bir bölümü seçmek, yanlış yola girmeden önce elinizde bir pusula olması gibi. Sosyolojik ve iktisadi gerçekler kaçınılmaz olarak gençleri de bizi de tesir altına alıyor. Lakin güya konforlu ve rahat yaşamak, gelecek kaygısı taşımamak, keyfine bakmak, kendini kurtarmak ve sair yaklaşımlarla her genci illa yüksek öğretime mecbur bırakmak ya da diğer alternatifleri es geçmek ve kerih göstermek sağlıklı olmadığı gibi riskli ve eksik gibi.
Gençlere ne diyoruz, hangi tavsiyelerle yön veriyoruz, ne tür ihtimallerden bahsediyoruz. Misal “Amcan, dayın, ağabeyin “Mühendis oldu” diye sen de mühendis ol desek bu genç ileride bir köprüye bakıp “Acaba ben miyim?” diye sorgulamaz mı? Evet, tıp okuyanlar iş buluyor ama gece nöbetinde “Ben 18 yaşında gitarist olmak istiyordum” diye söylenip sızlanan doktorların varlığından haberdarız. Öyle ya! İş garantisi şu an için sadece bu bölümde var. Sahi iş garantisi ne demek?
Kimi zaman gençlere; “Sevdiğin Şeyin Peşinden Git” diyoruz. Sevdiği alanı yazmak bazen cesaret ister. Ama sevmediği bir bölüm, mezuniyet sonrası kendini “Kariyer terapi” sayfalarında buldurur.
Tercih dönemi, biraz da “nereyi yazarsam yazayım, ben orada mutlu olur muyum?” sorusunun cevabını aramak gibi. Önemli olan; diplomanın çerçevesinden çok, o çerçeveye bakınca “İyi ki” diyebilmek…
Nihayetinde istesek de istemesek de hayat biraz da yanlış tercihlerle renkleniyor. Kim bilir, belki yanlış bölüm seçip bir dönem boyunca “Bu ders neden var?” diye hayıflanmak, gelecekte kahve sohbetlerinin en komik malzemesi olacak. En kötü ihtimalle, “Ben yanlış bölümü seçtim, siz bari doğru seçin” diye genç nesillere ilham verirsiniz.
