Mehmet Toker

Mehmet Toker

Boya Badana Temeli Çürük Eğitim Binasını Ayakta Tutabilir mi?

Boya Badana Temeli Çürük Eğitim Binasını Ayakta Tutabilir mi?

Milli eğitimimizin, dışarıdan görülen ve içine girilince de iliğimize kadar hissetmiş olduğumuz çok ciddi problemleri var. Öğretmen yetiştiren fakültelerimizdeki eğitimin yetersizliğinden atamalara, öğretmen seçiminden özlük haklarına, adaylık sürecinin yanlışlığından mesleki gelişmeye, sınav sisteminden müfredata, ders kitaplarının içeriğinden öğrencilerin ahlaki gelişimine kadar pek çok hata hatta yanlışlar var. Maalesef bu hatalar/yanlışlıklar tekrarlayarak artarak devam etmekte. Her Milli Eğitim Bakanı değiştiği zaman ister istemez toplumda Milli Eğitim'de çok şeyin değişeceğine dair ya da en azından temel yanlışların ve temeldeki yanlışların düzeltileceğine dair bir beklenti oluşuyor. Ancak bu beklenti belirli bir süre sonra yerini ümitsizliğe bırakıyor.

Eğitimde en büyük problem ilkokul birden itibaren üniversite son sınıfa kadar müfredat problemi. Ders kitaplarındaki bilgilerin reel hayatta gerçekten karşılığının olup olmadığı ya da tarihi bilgilerin doğruluğu meselesi iken yani özde, temelde, içerikte bir problem var iken sürekli olarak kabukla uğraşılması. Eğitim reformu başlığı altında yapılanlar, yıkıldı yıkılacak, temeli çürük, kolonları artık ağırlığı taşıyamayacak derecede eskimiş, pörsümüş olan binaya boya badana yapmaktan ibaret. Bir toplumu ayakta tutan en önemli etken, milli ve manevi değerlerini kuşanmış, ahlaklı, egoist olmayan, sorumluluk sahibi bireyler yetiştirmektir. Aynı zamanda içerisinde yaşamış olduğu döneme etki edebilecek, topluma katkı sağlayabilecek, mef’ul değil fail olabilecek, seyirci değil oyun kurucu olabilecek bir insan profili yetiştirmektir. Eğitimin temel amacı bu olmalıdır. Ancak mevcut eğitim programlarının, mevcut müfredatın bunları sağlayamadığı gayet açık. Sokaklarda, AVM’lerde vücudunu, göbeğini teşhir ederek dolaşan, özenti bir dil ve jargonla konuşan, argo küfürlerle akranlarına hitap eden, toplum içerisinde veya büyüklerine karşı nasıl davranacağını bile bilmeyen, özgüven ile ukalalığı, şahsiyetli olmak ile egoistliği birbirine karıştıran, kısa yoldan köşeyi dönme hayalleri kuran, şöhret budalası gençler bu eğitim sisteminin ürünü. Ayinesi iştir kişinin lafa bakılmaz. Öğretim olarak ta maalesef eğitimden daha iyi değiliz. Mesela, ilkokul ikinci sınıftan itibaren lise sona kadar on bir yıl boyunca zorunlu olarak İngilizce yabancı dil eğitimi gören öğrenciler, lise son sınıfı bitirdiğinde yarım sayfa İngilizce bir metin yazamıyor veya sözlüğe ihtiyaç duymadan yarım sayfa bir İngilizce metni okuyup anlayamıyor. On iki yıl boyunca matematik gördüğü halde üniversite sınavında yüz binlerce öğrenci matematikten sıfır çekiyor. Fizik, kimya, biyoloji, edebiyat, tarih, coğrafya diğer derslerde bu kervana örnek olarak katılabilir. Üniversitede iyi bir yerleri kazanan öğrenciler veya teknofest gençliği olarak umut bağladığımız gençler ailelerinin fedakârlığı, kendi özel kabiliyetleri ve dışardan aldıkları özel desteklerle ayakta durabilen gençlerimiz.

Eğitimi ve öğretimi yıkılmaktan kurtarmak ve geleceğimizi ayağa kaldırabilmek için sınav sistemini değiştirmek, test sınavından klasiğe geçmek ya da ders kitaplarını kuşe kâğıda basmak sorunu çözmüyor. Açık liselere geçişin zorlaştırılması on iki yıllık kesintisiz eğitim yanlışının üzerine tuz biber olacak daha büyük bir yanlışlık. 7 Ağustos 2023 tarihinde yazmış olduğum, “Herkes Üniversite Diploması Sahibi Olmalı mı?” başlıklı yazımda bugün farklı alanlarda beden gücü, ustalık, maharet, deneyim isteyen alanlarda kaht-ı rical sıkıntısı yaşandığını ifade etmiştim. Toplumdaki yetişmiş insan gücü ve yeteneği çeşitliliğini tek düzeye indirgemenin doğru olmadığını belirtmiştim. Meselenin her bireyi diploma sahibi yapmak meselesi değil; kendi alanında topluma katkı sağlayabilecek, üretimin, devlete ve millete hizmetin bir noktasında topluma katkı sağlayabilecek, ahlaklı, sorumlu, özverili bireyler yetiştirebilmek olduğunu söylemiştim.

Ülke TV'de canlı yayınlanan, “Akşam Baskısı” programında gazetecilerin sorularını yanıtlayan Milli Eğitim Bakanımızın açıklamalarını izledim. Eğitim konusunda, “Hâlâ, uygun adım yerinde say!” komutundan öte gidilemediğine şahit olmak üzücü ve düşündürücü. Hâlâ öğretim ile eğitimin, ezbercilikle analitik düşüncenin karıştırıldığı, istatistiki verilerin ahlaki değerlerden üstün tutulduğu bir anlayışla yol almaya çalışıyor olmamız Türkiye gerçeğine, Türkiye Yüzyılı toplumuna, sokağa, sanayiye, bilime, güncele ve dünya gerçekliğine ne derece uzak olduğumuzu gösteriyor. Açık liselere yoğun geçişler bakanın görevini yapmadığının göstergesi demek değil. Bu sistemin ne kadar yanlış olduğunun herkesin on iki yıl boyunca örgün öğretime tabi tutulamayacağının yanlışlığını göstermektedir. Açık liseye geçişler on iki yıllık kesintisiz eğitimin, bazı kabiliyetleri öldürdüğünün ve kabiliyetini öldürmek istemeyenlerin alternatif arayışının bir göstergesi olduğunun işaretidir. Açık liseye geçişi zorlaştırmak ya da önünü kapatmak usta çırak ilişkisi içerisinde gelişecek olan maharetlerin, önünü kapatmak kendi özel ortamında neşvü nema bulacak olan kabiliyet ve maharetleri yok saymak demektir. Açık lise bazı aileler ve öğrenciler için bir teneffüs alanı iken bu alanı kapatmak o aileleri ve öğrencileri nefessiz bırakmak demektir.

Eğitimimizin temel meselesi sınavlar ya da diploma sahibi olanların sayısal çokluğu olmamalı. İstatistiki verileri şişirmek olmamalı. Üniversite mezunu işsiz, lise mezunu arsız yetiştirmek kimseye bir şey kazandırmayacaktır. Bize, LGBT savunucusu, Osmanlı düşmanı, sanal putperest, diplomalı cahiller değil ahlak ve irfan sahibi arifler lazım. Esas mesele dini, milli, kültürel değerlerine sahip, içerisinde yaşamış olduğu çağı okuyabilen, ahlaklı, erdemli, kültürel kimliği ile barışık bireyler yetiştirebilmektir. Caddede, sokakta, AVM'lerde sadece belirli jargonlarla konuşan, argo bir dile sahip, “ye, iç, gez, eğlen, gününü gün et…!” felsefesinden öte bir hayat anlayışı olmayan, teşhirciliği özgürlük zanneden liseli gençler topluluğu var iken ve bu gelecek adına büyük bir ahlaki ve toplumsal depremin habercisi, ayak sesleri iken; hâlâ eğitim binasının boya badanasını değiştirmekle uğraşmak temeldeki sorunlara inmemek bir göz boyamadır. Yirmi iki yılın sonunda temel beklentimiz eğitimde özümüze dönmektir. Gerisi lâf-ı güzaf.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Mehmet Toker Arşivi
SON YAZILAR