Mehmet Toker

Mehmet Toker

Küresel Satrançta Boğaziçi Kimin Piyonu?

Küresel Satrançta Boğaziçi Kimin Piyonu?

Dünyada farklı siyasi gelişmeler, ülkelerin jeopolitik ve teopolitik konumuna göre yaşanmaya devam ediyor. SSCB'nin dağılmasından sonra dünya, her ne kadar tek kutuplu bir görüntüye sahip olmuş olsa da esasen, soğuk savaş'ın farklı alanlarda bütün sıcaklığıyla devam ettiğini görüyoruz.

Kültür savaşları, medeniyet savaşları, ekonomik savaşlar hız kesmeden bütün yokediciliğiyle devam ediyor. Bunun yanı sıra konvensiyonel silahlarla icra edilen savaşlar, dünya üzerinde farklı noktalarda yaşanmaya devam ediyor. Terör örgütlerinin ya da farklı ülkelerdeki askeriye/ordu  içerisine yerleşmiş olan küresel güçlerin maşalarının zaman zaman aktif hale getirilmesi suretiyle küresel satranç farklı hamlelere, farklı gelişmelere sahne oluyor. Oynanan oyunun büyüklüğünü seyirciler anlamasın diye, seyircilerin eline horoz şekeri türünden ağızlarını tatlandıracak, üfürüldüğünde ses çıkaran farklı argümanlar veriliyor. Seyirciler ellerindeki horoz şekeri ile oyalanırken dünya sahnesinde oynanan satrançta atlar, filler, piyonlar yer değiştiriyor. Tabii ki küresel güç Siyonizm, bazen satranç oynayan taraflara farklı sufleler vermek suretiyle oyunun üç beş hamle sonrasına müdahalelerde bulunabiliyor.

Dünya üzerindeki herhangi bir ülkede iç politikada veya dış politikada beklenmedik, farklı, ani kırılma noktaları oluşuyorsa satranç tahtasının tamamına bakmak gerekiyor. Şahlar nerede duruyor? Vezirler hangi hamlelere hazırlanıyor? diye. Tabii ki arada gözden çıkarılan piyonlar olduğu gibi bazen piyonlarla bile "şah çekildiği" oluyor. Ülkemiz özelinde Boğaziçi Üniversitesi'nde rektör karşıtı kamuflajı altında başlayan daha sonra İslam'ın kutsallarına hakarete dönüşen LGBT'li maşaların ya da piyonların kullanıldığı bir takım hadiseler gündemi meşgul ediyor. Tabiki bu durum seyircilere horoz şekeri olarak takdim ediliyor.  İç kamuoyu bununla meşgul iken, bir taraftan Rusya, Orta Afrika Cumhuriyeti'ne sessiz sedasız 20 bin civarında asker çıkarıyor. Ama hiçbir Rus: "Orta Afrika Cumhuriyetinde ne işimiz var?" demiyor. Ve 200 binden fazla OAC vatandaşı, Kongo Cumhuriyeti'ne mülteci olarak sığınmak durumunda kalıyor. Neden? Çünkü Orta Afrika Cumhuriyeti, elmas, kereste, altın ve benzeri doğal zenginlikler açısından sömürülmeye müsait bir ülke.

Aynı dönemde Rusya, SSCB döneminde kendisine ait olduğunu iddia ettiği ve birliğin dağılmasıyla kaybettiği toprakları geri alabileceği imasında bulunarak gözüne kestirdiği Kazakistan'a, "Kazakların tarihin hiç bir döneminde devlet olmadıklarını dolayısıyla "Kazakistan" diye bir devletin söz konusu olamayacağını bu toprakların Rusya'ya ait olduğunu" ifade ederek yayılmacı düşüncesini gündeme getiriyor. Buna karşılık Kazakistan: "Rusya'nın böyle bir düşüncesi karşısında Türkiye'ye askeri üs kurma izni ve yetkisi vereceğini" dillendiriyor. 1991 yılından bu tarafa geçen 30 yılda, Türkiye'nin Kazakistan, Türkmenistan, Özbekistan gibi Türkî Cumhuriyetlerde hâlâ askeri, ticari üsleri yoksa bunun nedenlerini yeniden düşünmemiz ve Kazakistan'a sormamız  gerekiyor. Rusya bir taraftan Libya'da, diğer taraftan Suriye'de, Türkiye aleyhtarı güçlere destek verip oralarda askeri üsler kurarken, diğer taraftan Afganistan, Yemen, İran, Güney Sudan, Lübnan, Kongo, Liberya, Fildişi Sahilleri, Haiti, Fas ve Kıbrıs'a asker gönderip, üsler kurmanın ya da müdahaleler yapmanın yollarını arıyor. Buna karşılık satrançta oyuncu değiştiren, horoz şekerlerinin sayısını artırarak bir anlamda son çırpınışlarını kamufle etmeye çalışan Amerika, burnumuzun dibindeki Dedeağaça askeri üs kurup 30 adet saldırı helikopteri konuşlandırıyor. Fransa'da geçtiğimiz yıl başlayan "sarı yelekliler eylemi" evrilerek, büyüyerek, dönüşerek toplumsal manifestolarına devam ediyor. Dolayısıyla, baktığımızda hem Ortadoğu merkezli "eski dünya!" algısında, hem Rusya'nın, Kuzey'in hakimiyetini dünyaya kabul ettirme anlayışında, hem siyonist gücün Uzakdoğu yapılanmasını temin edebilecek şekilde "yeni dünya!" planını uygulamaya koyarken, dünyanın diğer noktalarını kendi ateşi ile yakma anlayışı at başı koşmaya devam ediyor.  

O, ahlaksız ve  kuralsız hamleler satrancında Türkiye, Şah'ı mat etmeye koşullandırılmış piyonların hamlesine, vezirlerle dur deme stratejisini aktive etmeye gayret gösteriyor. Ancak Türkiye'deki piyonların büyük bir kısmı maalesef şahına, vezirlerine, kendi kalelerine ihaneti seçmiş ve küresel gücün gönüllü piyonluğuna soyunmuş durumda. Bu savrulmanın sonunda kendilerinin de yenilip, diskalifiye edileceğinin, oyun dışı kalacağının farkında ve şuurunda değiller. Hedonizm, düşünme kabiliyetini, akli melekeleri dumura uğratmış durumda.  Seküler hayat algısı (sekülerizm) satranç tahtasının tamamını görmeyi engellediği gibi günübirlik bir dünya algısını da dayatıyor. Horoz şekerleri hem ağzımızı sulandırıyor hem de üfürüldüğünde çok ses çıkarıyor. Tıpkı Samirinin buzağısı gibi...

Peki bu durumda bizim muhafazakar mahallenin gündemi, acaba dünya ölçeğindeki bu gelişmeleri görebilecek, yorumlayabilecek ve şahın, vezirlerin, kalelerin pozisyonuna göre konuşlanabilecek durumda mı? Bizler tek karelik hayatlar yaşarken, dünyayı üzerinde durduğumuz kareden ibaret görürken, tahtanın en ucunda duran bir filin çaprazdan kareler boyunca gelip bizi yiyebileceğini maalesef göremiyoruz. Boğaziçi meselesini, sadece Boğaziçi'nden ibaret görüp, "bilim teknoloji üretmesi gereken üniversiteler, gay-lezbiyen üretir hale geldi..." diye görüp vahlanıp tühleniyor isek ve İslam'ın kutsal değerine Allah'a ibadet için yeryüzünde yapılan ilk mabed Kabe'ye yapılan saygısızlığı lanetleyerek, kınayarak vicdanımızı rahatlattığımızı zannediyorsak yanılıyoruz demektir. Harem-i Şerif'in tam ortasında bulunan Kabe'nin üzerine yeşillikler içerisinde "Şahmaran" figürü yerleştirip köşelerine LGBT bayrakları konularak yapılan bu hakaretin sembolik dilini çözümlediğimizde piyonları oynatan eli görebiliriz. "Şahmaran" Yahudilikte ve Hristiyanlıkta var olan ilk günah fikri ile özdeşleştirilen, kötülüğün sembollerinden birisi olan, -ki Tevratta, Tanah'ta yer alan anlatıma göre: Yılan ilk önce Hz. Havva'yı kandırmış, Kadın ve Yılan işbirliği yaparak Hz. Ademi kandırmıştır. Yani ilk günahı işlettiren kadın ve yılandır.-  Kadın başlı yılan figüründen oluşan "Şahmaran" konulması aslında bu insanların beslenmiş olduğu teolojik arka planın nereye dayandığını göstermesi açısından ilginçtir. Boğaziçi piyonuna/seyirciler nazarında da horoz şekerine verilen görev, kendi hamlesini karşının hamlesi gibi göstererek karşının savunma psikolojisini altüst etmektir.

Boğaziçi Üniversitesi, zeki Anadolu çocuklarını bilim putunun arkasına gizlenip, devşirerek, küresel satrancın piyonları haline dönüştürmeyi gizli ajandasında yegane plan olarak uygulayan düşüncenin ürünüdür. Boğaziçi eksenli yaşananlar, Türkiye'yi küresel satrancın dışına itebilmek için bizim zannettiğimiz, ancak hakikatte küresel güçlere ait olan piyonun  bize karşı kullanılmasından ibarettir. Sivrisineklerle uğraşmak yerine,  satrancın taşlarını, filleri, atları, piyonları kimler oynatıyor ona bakalım. Ucuz horoz şekerlerini bir köşeye terkedip büyük düşünmenin vakti gelmiştir. Yoksa yarın bir gün horozlar ötmeye başladığında uyandığımızda, atı alanın Üsküdar'ı geçtiğini üzülerek müşahede etmek zorunda kalırız. Şaha, vezire, kalelelere, fillere, atlara hatta piyonlara bile sahip çıkın, yoksa üç-beş hamle sonra şah çekebilirler....

Önceki ve Sonraki Yazılar
Mehmet Toker Arşivi
SON YAZILAR