Mehmet Toker

Mehmet Toker

Notre Dame'ın Yangını da Uyandırmadı mı?

Notre Dame'ın Yangını da Uyandırmadı mı?

Paris'teki Notre Dame Katedrali renovasyon/yenileme/tamir çalışmaları esnasında yandı. 8 buçuk saatlik bir uğraşın neticesinde söndürüldü. Bu hadise, dünya kamuoyunu birkaç gündür meşgul ediyor. Paris'te kalmış olduğum, 4 yıl içerisinde yedi sekiz defa gitmiştim.  Ziyaret etmiştim.  Türkiye'den gelen misafirleri, ziyaretçileri gezdirmiş olduğum, Paris'in simgelerinden biri olarak kabul edilen ve 856 yıllık geçmişi olan bir binaydı. Bizim için bir Katolik Kilisesi olmasından öte farklı bir anlam da ifade etmiyordu. Belki mimari tarzı, büyüklüğü, 13. yüzyıldan kalma resimlerin ve putların, kilisenin duvarlarını pencerelerini süslüyor ve kilise içerisinde sergileniyor olmasının ötesinde bizim için fazladan bir anlam ifade etmiyordu. Ama Katolik dünyası için başyapıtlardan bir tanesiydi.
 
Dini duygu veya din anlayışının şekillendirmiş olduğu medeniyet ve kültür, ortaya kendine özgü bir dünya anlayışı koyuyor. Bu kültür ve medeniyet anlayışı da dini görünümün bir yansıması olarak sanatı, mimariyi, şehirleşmeyi etkiliyor. Elbetteki medeniyet anlayışı, dini müessese dediğimiz ve bir dinin yaşaması, kuşaktan kuşağa aktarılması için elzem olan yapılarda, binalarda kendisini hissettiriyor. Katolik kiliseleri, tarafsız bir gözle inceleyenler için hiçbir zaman tek tanrılı bir dinin mabedi izlenimini vermez, vermemiştir. Mezkûrun ileyh katedralde bunlardan bir tanesiydi. Oluklarından bile çeşitli tasvirler, heykeller, sanemler akan, yine içerideki Azizlere ait ikonalar ile tek tanrılı bir dinin ibadethanesinden daha ziyade putperest bir dinin ibadethanesi izlenimini uyandırıyor. Hristiyan din anlayışının Katolik görünümünün biryansıması olan katedral haçlı batı anlayışının maneviyatının! bir yansıması da diyebiliriz.
Cihanşumullük iddiasındaki her dinin yayılma sürecinde, fetih yoluyla o dinin müminlerinin ulaşmış oldukları coğrafyalara dini görünümün en güzel göstergelerinden bir tanesi olan mabet inşası, adeta  topraklardaki kalıcılığın, o toprakların ait olmuş olduğu dine özgü bir görünüm kazanmasının sembolize ifadelerinden bir tanesi olmuştur. Pavlus'dan sonra  nasıl ki Hristiyan keşişler, rahipler, misyonerler  gitmiş oldukları coğrafyalara, Hristiyanlığın kabul edildiği, hüsnü kabul gördüğü bölgelere kiliseler inşa etmek suretiyle, Hristiyanlığı o topraklarda görünür hale getirmişler ise; Hz. Peygamber (SAV) kendi sağlığında Mekke'den Medine'ye hicretini takip eden günlerde Medine'de bir mescit inşasında bulunması hatta kısa bir süre konaklamış olduğu Kuba köyündeki hurma kurutma odasını veya misafir odasını mescide çevirmesi, İslam'ın Medine'de görünür kılınmasının en önemli sembollerinden bir tanesidir. Yine Uzakdoğu'da Budist ve Hinduist mabetleri o bölgelerdeki dini görünümün müesseseleri, sembolleridir.
 
Paris, son üç dört aydır Sarı Yeleklilerin eylem alanına dönüşmüş durumda ve Paris'te neredeyse mütemadiyen bir yerler yakılıyor. Araçlar, dükkanlar, binalar... Ama bunların hiçbirisi katedral yangını kadar dikkat çekmedi ve gündem olmadı. Zira diğer yangınların dini bir görünümü ve bir dini sembolize eden bir müessese yangını olma özelliği yoktu. Her ne kadar bize Fransa laik bir ülke diye yutturmaya çalışılsa da; Fransızların katedral yangınına göstermiş oldukları refleks, akabinde katedralin tekrar eski haline döndürmebilmesi için uluslararası yardım kampanyaları dahi düzenlenmesi şunu gösterdi ki Katoliklik, dolayısıyla Hristiyanlık, Avrupa için hâlâ belirleyici asli unsur olmaya devam ediyor.
Peki işin burasında bakış açımızı kendi dünyamıza çevirecek olursak acaba İslam Aleminde dini duygunun görünümü ve dini görünümün sembolü olan müesseselere mabetlere karşı hassasiyetiniz ve yaklaşımınız hangi noktada? Mesela geçtiğimiz aylarda Halep'teki 1350 yıllık Emeviye/Ümeyye Camii'nin bombalarla patlatılıp harabeye çevrilmesi, İslam dünyasında, Müslümanlarda bir reflekse neden oldu mu? Ya da Irak'ta, Mısır'da, Yemen'de camilerin yakılması, yıkılması, bombalanması bizde herhangi bir toplumsal refleksi tetikledi mi? Diğer bir soru: 1930'lu yıllardan itibaren 1948'lere kadar olan süreçte ülkemizde dini müessese ve sembol yapıların yıkılması, özel kişilere satılmak suretiyle mabetlerin depo, meyhane, at ahırı ve benzeri mekanlara çevrilmesi, acaba bugün bile bizlere herhangi bir mesaj taşıyor mu? Fethin sembolü olan ve Hristiyan Dünyasının başkenti kabul edilen İstanbul'da, İslam'ın görünürlüğünü en iyi temsil eden Ayasofya camii'nin, 1935 yılında, müze haline getirilmesi bugün bile vicdanlarımızı yaralıyor mu? Şayet, İslam medeniyetinin, İslam kültürünün, mimariye nakşedilmiş, kubbeye, kemere bürünmüş ve cami olarak görünmüş hali olan mabetler konusunda, onların korunup kollanması, yaşatılması hususunda en ufak bir düşüncemiz, idealimiz yoksa ve Paris'te yanan Katolik katedraline mersiyeler yazıyorsak kendi medeniyetimiz ile olan bağımızı çoktan koparmışız demektir. İslam Kültürünün kurmuş olduğu müesseseler bizim için hiçbir anlam ifade etmiyor demektir. 2009 ve 2011 yıllarında Yunanistan'da Kavala, Dedeağaç gibi Osmanlı şehirlerini ziyaret etme imkanım olmuştu. Camilerin bir kısmının, kubbenin üzerine alem yerine haç takılarak, minarelerin kaidenin biraz yukarısından yıkılmak suretiyle çan kulesine çevrilerek, kiliseleştirildiğini görmek ve bir kısım camilerinde disko, bar, restoran ve benzeri mekanlar haline getirildiğini görmek, ecdadımızın Balkanlardaki, İslam'ın görünürlüğünü ifade eden sembollerimize sahip çıkamamak beni ciddi anlamda yaralamıştı. Her ne kadar biz; Yunanlıları denize döktük ve benzeri beylik laflar etmekte olsak bile, aynı akıbeti ülkemizdeki binlerce camiinin 1930-1950 arası yaşamış olduğunu bilmek ciddi anlamda Müslümanlar adına müteessir ve elim bir hadise olması gerektiği kanaatindeyim. Son dönemde yapılmış olan Ankara'da Millet Camii, Ahmet Hamdi Akseki Camii, Ankara Ulus'ta Melike Hatun Camii, İstanbul'da Çamlıca Camii, İslam Kültür ve Medeniyetinin bu topraklardaki görünürlülüğünü temsil etmesi açısından sembol mabetler olarak değerlendirilmesi gerekir. Çamlıca Camii'nin büyüklüğünü ve yerini problem haline getiren anlayış, iç dünyasında İslam Kültür ve Medeniyeti ile problemi olan bir anlayıştır.
 
Katolik Hristiyanların katedral yangınından sonra vermiş oldukları duygusal refleks, dini duygu'nun bir anlamda dışa vurumudur. Müslümanlar, mabetlerine karşı yapılan saldırılarda; mesela geçtiğimiz yıllarda Diyarbakır Sur ilçesindeki camilere yapılan terör saldırılarına karşı veya gezi parkı olayları esnasında Taksim civarındaki birtakım ecdad yadigarı veya yeni dönemde inşaa edilmiş camilere karşı yapılan saygısızlığa ,duygusal bir refleks gösterememiş olmamız, toplumumuzdaki dini duygunun artık yok olmaya yüz tuttuğunun bir göstergesi olarak karşımıza çıkıyor.
 
Ülkeler ve topraklar el değiştirdiğinde hakim ve amir gücün o ülke ve topraklar üzerindeki mabetler ile ilgili tasarrufu yapılan savaşın toprak ve egemenlik savaşı'ndan daha ziyade duygusunu, motivasyonunu, dinden alan bir savaş olduğunun da en iyi göstergelerinden bir tanesidir. Müslümanların fethetmiş oldukları topraklardaki bir kısım kiliseleri camiye çevirmesi veya orada camiler inşa etmesi o topraklara sadece dünyalık iktidar  yada ekonomik sebeplerle değil, dini duygunun motivesi ile sahip olmak istemesinin bir göstergesi olarak değerlendirilebilir. Aynı şekilde Müslümanların topraklarını istila eden Haçlı güçlerinin camileri yakıp yıkması kiliseler inşa etmesi veya mevcut kiliselere dokunmayıp yada onları işlevsel hale getirmesi aynı şekilde dini duygunun motive etmesi ile o istilanın gerçekleştiğinigösterir. Kendi mabedini inşa etme konusunda belki de en çekimser olan topluluk Yahudilerdir diyebiliriz. Ancak diğer dinlerin mabetlerini yıkma, işlevsiz hale getirme konusunda en haris topluluk da Yahudiler ve siyonist Yahudilerin güdümündeki Haçlı Hristiyanlardır, değerlendirmesi de yanlış bir değerlendirme olmayacaktır. Bu zaviyeden baktığımızda eğer bir kimse veya topluluk İslam'ın camilerini yakıp yıkma veya işlevsiz hale getirme yada mevcut camilerden rahatsızlığını beyan ediyorsa,  esasen o kişi veya şahısların düşünce planında İslam Kültür ve medeniyetinden rahatsızlığını hatta ve hatta İslam Kültür ve Medeniyetine düşmanlığını ifade eder. Böyle değerlendirilmesi gerekiyor.
 
Bütün bu değerlendirmelerden sonra dini duyguları körelmemiş olan bir Katolik için yanan, sadece tarihi bir yapının ötesinde, Katolikliğin Fransa topraklarındaki sembolü, görünürlüğü ve Katolikliğin kuşaktan kuşağa aktarılan kültüruydü. Yanan veya yıkılan sadece 96 metre yüksekliğindeki kule veya katedralin çatısı değil, Katolikliğin Avrupa halkları için taşıdığı manevi duygulardı. Dini duygusunu kaybetmemiş olan her bir Müslüman için de Halep'te, Sur'da yıkılan, yakılan, bombalanan camiler sadece bir cami olmanın ötesinde İslam'ın büyüklüğünü, evrenselliğini, bu topraklardaki 1400 yıllık geçmişini, kültür ve medeniyetini ifade eden semboller olması gerekiyor. Eğer Fransızların ulusal manada göstermiş olduğu refleks ve yardım toplama kampanyaları hâlâ bizdeki dini duyguları uyandıramamış ise kendi dinimize karşı duygusal manada yabancılaşmışız demektir. Ülkemizdeki camilerin 1930'lardan 1950'lere kadar maruz kalmış  olduğu mel'un saldırılar hÂl bizim canımızı yakmıyorsa, dini duygularımız körelmiş demektir. Yakın zamanda Diyarbakır Sur'da, İstanbul gezi parkı'nın çevresindeki camilere yapılan saldırılar bizde duygusal bir reflexin uyanmasına vesile olmamışsa dini duygularımızı kültür ve medeniyetimizde bağlılığımızı gözden geçirmemiz gerekiyor. Aksi halde yarın bir gün Kabe bombalanacak olduğunda; "Yaaa kanka,  hiçbir sanatsal özelliği de yoktu. Zaten siyah taşlardan örme dört duvar küp gibi bir yapıydı." diye yorumlar duyduğumuzda geç kaldığımızı fark etmiş oluruz. Komşunun evinden yükselen ateş ve yükselen feryatlar uyanmamızı sağlamıyor ve uyanmak için kendi evimizin yanmasını da bekliyorsak o ahmaklıktan başka bir şey değildir...

Önceki ve Sonraki Yazılar
Mehmet Toker Arşivi
SON YAZILAR