Ömer İnal

Ömer İnal

Bizdeki Muhalefet…

Bizdeki Muhalefet…

Son dönemde yaşanan olaylar büyük bir öneme haiz. Ülkemizin adeta ateş çemberinde ilerlediği bir zaman diliminde kendi menfaati için fütursuzca hareket edenleri tarih bir bir kaydediyor…  Ülkedeki gerek muhalif partiler gerekse de muhalif medya muhalifliğin çok ötesinde içlerindeki kinlerini böylesi bir dönemde fırsattan istifade davranışlarına aksettirmiş durumdalar…

Malum Muhalefet partisi, Türkiye’yi IŞİD’e destek vermekle suçluyor, hem de bu çabasını tüm dünyaya duyurma gayretleriyle birlikte veriyor, elde etmek istediği sonuç nedir peki? Dünya kamuoyunda Türkiye’nin terörle birlikte anılan bir ülke haline gelmesi mi? Koalisyon güçlerinin IŞİD belasından kurtulmak için Türkiye’yi kara harekâtına sokmak istemelerine olumlu bir karşılık alamayınca batı medyasında ‘’IŞİD yanlısı, teröre destek veren ülke’’ olarak algı oluşturulmaya çalışılırken ülkemize karşı yürütülen bu psikolojik savaşta karşı tarafın işine yarayacak sözler sarf etmek nasıl izah edilebilir? 

Bu düşüncelerle gündemi takip ederken, Necip Fazıl Kısakürek’in 16 Nisan 1956 yılında Büyük Doğu dergisindeki bir cümlesi zihnimde beliriyor: ''Bugün bizdeki muhalefet, iktidarı düşürme hırsıyla vatanı düşürmeye bile razıdır''

Aynı muhalefet, Kobani bahanesiyle son yaşanan olaylardan dolayı hükümetin iç güvenlikte reform hazırlığında olmasını hınca hınç eleştiriyor, olmadık şeylerle suçlamayı ihmal etmiyor… Benim merak ettiğim husus acaba bu konuda toplumun ne düşündüğünü hiç merak ediyor mu? Kanaatim o dur ki bu güvenlik reformu halk oylamasına sunulsa büyük bir oranla kabul görür… Çünkü halk bu tür olaylarda güvenlik birimlerinin yeterli bir yetkiye sahip olmadığı görüşünde… Mesela ‘’Gezi’’ olaylarında birçok kamu malı yakıldı yıkıldı, kaç kişi ceza aldı? Kameralar önünde göstere göstere verilen zararların müsebbiplerinden ne kadarı tanzim edildi?

Gerek ‘’Gezi’’ olaylarında gerekse de Kobani olaylarıyla sokakların terörize edilmesini neredeyse alışkanlık haline getirmeye çalışanlara karşı vatandaşlar, devleti sükûnetin sağlanmasında tek otorite olarak görürken, eğer ki bu eylemler yeni önlemlerle caydırıcı hale getirilemezse, kamunun-vatandaşın malına zarar verenler milletin vicdanında kabul görecek bir cezai müeyyideye duçar olmazlarsa, adaletin sağlanamadığını düşünen Halk kitleleri bu duruma isyan etme noktasına gelmezler mi?

Toplumda, huzurlu mutlu refah bir hayat, ancak kesin ve katı kurallarla sağlanması mümkündür… Demokratik toplumlarda bireyler özgürdür fakat bireyin özgürlüğü bir başkasının özgürlük alanında son bulur… Hiç kimse protesto özgürlüğü adı altında bir başkasının seyahat özgürlüğünü kısıtlayamaz…

Son dönemde yaşanan bu sokak olaylarının önüne geçilmesi için sorumluların yaptıklarıyla orantılı şekilde cezalandırılması gereklidir… Halkına şefkat yüzünü gösteren devletin bekasını hedef alanlara devlet, bükülmez bileğini de göstermelidir ki, düşmanları karanlıkta ellerini ovuşturmasınlar…

İnsanı suç işleme duygusundan alıkoyan başlıca üç unsur vardır,  ilki inancıdır, inancına olan bağlılığı onu ahlaki davranmaya sevk eder. İkincisi ise çevre baskısıdır, işleyeceği suç nedeniyle dışlanma durumunu çok önemser insanoğlu… Üçüncüsü ise işleyeceği suç nedeniyle alacağı cezalardır… Günümüz yaşam tarzında bu ilkeleri değerlendirdiğimizde, inancı konusunda yeterli bilgiye sahip olmayan kişilerin suça bulaşmada başrolde olduğu bir gerçektir… Ayrıca dini inançtan yoksun kişilerin çevre baskılarını umursamadığı, işlenilen suç nedeniyle dışlanmak gibi bir olguyu hiç önemsemediğini görmek mümkündür… Tüm bunlar bize mevcut yaşam koşullarında bireyleri suça bulaşmaktan koruyacak olan tek şeyin caydırıcı cezalar olduğunu göstermektedir… Bu açıdan bakıldığında toplumda huzur ve refahı sağlamanın yolu cezaları ağırlaştırmaktan geçmekle birlikte, asıl önemli olan konu insanlara otokontrol sisteminin kazandırılmasıdır, yani insanların yeniden manevi değerleriyle bütünleşmesini sağlamak huzurun kaynağı olacaktır…  Selametle…  

Önceki ve Sonraki Yazılar
Ömer İnal Arşivi
SON YAZILAR