Prof. Dr. Fatih Mehmet Öcal

Prof. Dr. Fatih Mehmet Öcal

HER ALANDA HAMLELER SERTLEŞECEK

HER ALANDA HAMLELER SERTLEŞECEK

  Küresel ölçekte hortlatılan olaylar, adeta ışık hızıyla ve kuralsızca dünya sahnesinde sergiletilmeye devam ediliyor. Yeni Zelanda’da Cuma namazı kılan Müslümanların radikal hristiyan bir terörist tarafından din faktörü kullanılıp otomatik silahla taranarak 49 kişinin şehid edilmesi, ilk bakışta sadece siyasi kriz doğuracak sıradan bir terör saldırısı gibi algılatılmaya çalışılsa da, aysbergin görünmeyen yüzü gibi, oldukça derin anlamlar taşımaktadır. Doğal kaynaklar rezervinin çok daha azaldığı yüksek perdeden dile getirilen dünya emtialarının en önemlisi olan petrolü kullanarak ekonomi üzerinden, her zamanki gibi ABD’nin başını çektiği gelişmiş göz önüne alındığında, sorunun bir ülkenin ve halkının içine düştüğü ekonomik sıkıntı olmadığı batılı ülkelerinin gerilim ortamı oluşturacak politikalar, artık herkes tarafından bilinmektedir. Her ne kadar Maduro, petrol zengini ülkesi Venezüella’yı yönetmede başarısız olsa da, yine ABD ve batılı ülkelerin, bir meydanda toplanan kalabalık önünde kendini başkan ilan eden Guaido’yu tanıyacak kadar ileri gidip ülkenin iç politikasını dizayn etmeye çalıştıkları düşünüldüğünde, bu vakitten sonra her ülkenin her türlü sürprizle karşılaşmasına şaşılmamalıdır.
Yeni Zelanda’da Müslümanlara yönelik silahlı terör saldırısına hristiyan ülkelerinin takınacağı politikalardan ziyade, özellikle Müslüman ülkelerinin vereceği tepkisel politikalar çok daha önem arz etmektedir. Çünkü batılı ülkeler bu zamana kadar Müslümanlara yapılan tüm terör eylemlerinde olduğu gibi her zamanki gibi kör-sağırı oynamaya devam ederek adeta görmezlikten gelmesi bir yana, neredeyse katliam yapanı haklı çıkarmaya çalışmaktadırlar. Müslüman ve hristiyan devletler arasında ortamı gererek, zaten ekonomik ve siyasi açıdan stresli bir süreç yaşayan yerküreyi, daha da gerecek politikaları devreye sokması, kısa vadede savaş ekonomisinden birkaç ülkenin lehine sonuçlar doğurmasına rağmen, orta ve uzun dönemde tüm ülkelerin aleyhine sonuçlar getirecektir. Siyasi süreç bağlantısı üzerinden küresel ekonomiye kuşbakışı bakıldığında, global ölçekli kaos katsayısının yükseltilmesi, WB, OECD, IMF gibi ABD kuşatması altındaki uluslararası kurumlar tarafından aşağı yönlü defalarca revize edilen küresel büyüme sürecini tetikleyecektir.
ABD ekonomisi verilerinin genel olarak olumlu veya olumsuz sinyaller yerine karmaşıklık veya belirsizlik göstermesi, Çin ekonomisinin 2019 yılında % 6.5 oranında son otuz yılın en düşük büyüme oranını hedeflemesi, Brexit oylamalarının AB ile İngiltere arasındaki anlaşma ile ayrılış patikasını çakıl taşlarıyla döşemesi, ECB başkanı Draghi’nin açıkladığı parasal politikalara bakıldığında Avrupa ekonomisinin sorunlarının göründüğünden daha derin olduğunun anlaşılması, AB’nin sırayla en büyük iki ekonomisi konumundaki Almanya ve Fransa arasındaki siyasi, iktisadi ve askeri konularda “Çekirdek Avrupa” oluşturma amacıyla, birlikte hareket etme yönünde anlaşmalarının acaba AB’nin tahmin edilenden daha mı kısa sürede parçalanacağı şüphelerini artırması, Rusya ve İran’a uygulanan ekonomik ambargonun ısrarla sürdürülmesi, Orta Doğu’daki petrol kaynaklarına sahip olma temelinde ABD ve AB ikilisinin başını çektiği çıkar mücadelesinin sürmesi üzerine birde terörün önce besletilip büyütüldükten sonra bahane unsuru olarak gösterilip çatışma ortamının sürekli hale getirilmesinin bölgesel ekonomik gelişmeyi sekteye uğratması sisli havayı daha ağırlaştırmıştır. Tüm bu global ekonomik sorunlar yetmezmiş gibi Müslüman–hristiyan gerginliğinin ABD ve yancıları tarafından kuralsızca körüklenmesi, tüm ülkeler için sıralanan koşulları ağırlaştırmaktan başka bir sonuç getirmeyecektir.
Türkiye olarak söz konusu olumsuz gelişmeler karşısında ekonomik, siyasi ve toplumsal açılardan güçlü durumda mıyız sorusunun cevabı, üç durum içinde ne yazık ki, hayırdır. Ekonomi açısından % 19.67 (Şubat 2019) enflasyonu yaşadığımız koşullarda, dünya ortalamasının  %3 olması, sanırım yeterince aydınlatıcıdır. Aynı şekilde gelişmekte olan ülkeler için normal üst sınır olarak kabul edilen % 6 işsizlik oranının ülkemizde %13.5 (Aralık 2018) düzeyinde gerçekleşmesi, 2018 yılındaki %2.6 ekonomik büyümeye rağmen son üç çeyreğin azalma trendi göstererek dördüncü çeyrekte %3 küçülmesi (negatif büyümesi), sanayi üretim endeksinin %7.3 daralması (Ocak 2019), ekonomimiz için tehlike çanlarının yüksek sesle duyulduğunun göstergeleridir. Yerel seçimlere iki hafta kala, projelerden daha çok karşılıklı suçlamalara dayanan siyasi çekişme ve bu durumun meydana getirdiği toplumsal sarsıntı bile, Türkiye’nin bıçak sırtında yürüdüğünün ve kendi ayağına pranga vurduğunun göstergesidir. Batılıların başta ekonomi olmak üzere her alandaki kuralsızca politikalarının olumsuz etkilerinden kurtulmak, ancak herkesin, Türkiye’nin çıkarları ortak paydasında toplanmasıyla sağlanır. Aksi bir düşüncenin varlığı bile, ülkemizin başına gelecek en büyük felakettir.
 
Soru: Çekirdek Enflasyon düşükken TÜFE yüksek olabilir mi? Neden?
Sözün Gözü: İnsan ancak, iyi niyetli olduğu kadar karakterlidir.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Prof. Dr. Fatih Mehmet Öcal Arşivi
SON YAZILAR