Prof. Dr. Fatih Mehmet Öcal

Prof. Dr. Fatih Mehmet Öcal

SENARİST FED

SENARİST FED

Merakla beklenen Mart 2017 FED toplantısında, sürpriz bir gelişmek olmaksızın, politika faizini 25 baz puan artırarak, beklentilerin önemli bir kısmını karşılayan kararların alındı. 2017 yılına dair faiz oranı artışlarıyla ilgili ipuçları vermesi açısından oldukça ciddi sonuçlar doğuracak potansiyele sahip Mart toplantısı, bu yıl için üç defa faiz artırımının, hatta ABD’deki enflasyon oranında ortaya çıkacak hızla artışlara göre, daha da fazla faiz artırımının yapılabileceği konusunda geleceğe yönelik yüksek bir beklenti de oluşturarak sonuçlandı. Zaten FED kararının hemen öncesinde çekirdek enflasyonun  % 2.2, Şubat ayı ÜFE’nin % 0.3, yıllık ÜFE’nin ise % 2.2 olarak açıklanması, bunun yanında Şubat ayında TÜFE’nin Ocak ayına göre % 0.1 artması, yıllık TÜFE’nin de % 2.7 gibi son dört yıl içinde zirve yapması, faiz artırımına gidileceği şeklindeki sinyalleri güçlendirmişti, sonunda beklenen oldu. FED 25 baz puan faiz artırımına gidilmesinin gerekçelerini ekonominin istikrarlı büyüme trendini yakalaması, işsizliğin kalıcı olarak azaltılmasında önemli ilerlemeler kaydedilmesi ve enflasyonun beklendiği gibi yükselme seyrine girmesi olarak açıkladı. Tüm bu gelişmeler, ABD ve dünya ekonomisi için Trump’ın her zaman bir sürpriz yapabileceği bir kenara not edilmesi koşuluyla, FED’in bu yıl iki, gelecek yıl için ise üç defa faiz artırımına gitme olasılığı da artırdı. Gerçekleşen söz konusu gelişmeler yanında tarım dışı işsizliğin azalması, inşaat sektörünün ivme kazanması, ücret artışlarının yetersiz düzeyde kalması, ABD borsalarındaki yukarı yönlü yükselmesi, DXY endeksinin az da olsa düşüş göstermesi gibi ABD ekonomisiyle ilgili açıklanan olumlu ve olumsuz verilerin, FED kararları ve reel ekonominin içinde bulunduğu koşullar göz önüne getirildiğinde, genel gidişatı bozacak şekilde olumsuz sonuçlar ortaya çıkarıp global ekonomiyi sıkıntıya sokacak sonuçlar doğurması, uzak bir ihtimal olarak durmaktadır. Ekonomilerde talep ve arz şokları doğuracak iktisadi, siyasi, toplumsal, askeri ve terör eylemleri gibi gelişmeler olmadığı müddetçe, büyüme trendinde küresel ölçekte, sıçrama şeklinde ciddi değişmeler beklenmemelidir.

          Yukarıdaki anlatılanları akılda tutmak kaydıyla, küresel ekonomiyi etkileyebilecek gelişmelerin ve değişkenlerin hiç olmayacağı anlamı da çıkartılmamalıdır. Hele ABD ve Almanya’nın başını çektiği ülkelerin, Suriye yanı sıra Kuzey Irak tarafından kontrol edilemediği için ülkemizin güney sınırlarının güvenliğine karşı tehdit unsuru oluşturan bölgeyi, terör örgütlerinden temizlemek amacıyla sürdürdüğümüz mücadeleye karşı, kendi çıkarları gereği kullandıkları terör örgütlerini, diğer terör örgütlerine karşı açıkça kural tanımaz bir şekilde desteklemelerine bakınca, ülkemiz üzerine başta iktisadi olmak üzere siyasi ve sosyal konularda her türlü manipülasyona karşı hazırlıklı olmamızın gerekliliği kendiliğinden ortaya çıkmaktadır. Referanduma bir aydan daha az kaldığı şu günlerde, terör örgütlerini destekleyenlere kampanya yapmaları için her türlü olanaklar sunulurken, ülkemizin bakanlarını, siyasilerini ülkelerine dahi sokmamaları, fahiş bir trajedi, çok yüzlülükten başka bir şey değildir. Söz konusu ülkeler, demokrasi, insan hakları gibi evrensel kavramlar üzerinden üreterek kullandıkları – menfaatlerine gelmesi şartıyla – ütopik ifadeleri, üniversal boyutta sahip oldukları yazılı ve görsel basın gücü ile birleştirerek bir yandan dünyaya mesaj vermemekten de geri kalmamakta, diğer yandan da objektif olmaları gereken kendi kurdukları ekonomi kurumlarını ise (uluslararası kredi derecelendirme kuruluşları gibi), Türkiye gibi kendi ayakları üzerinde doğrulmaya çalışan ülkeleri, terbiye etme amaçlı kullanmaktan çekinmemektedirler. En son Moody’s’in, ülkemizin sanayi üretimindeki artışı ve sağladığımız Maastricht kriterlerini AB ülkelerinin çoğunun sağlayamamasını görmezden gelerek, önceki gibi sunduğu objektiflikten uzak rapor, bunun en önemli kanıtıdır. Tabi bu arada kendimizi de sütten çıkmış ak kaşık gibi görmememiz gerektiğinin de altını kalın harflerle çiziyorum. Demokrasi, insan hakları, adil hukuk sistemi, toplumsal birlikteliğin sağlanması ortak paydasında işe hemen, Merkez Bankasını siyasi baskıdan uzak tutarak, çift hanelere çıkan enflasyon (%10,3), %13’lere yaklaşan işsizlik, ileri teknolojiye geçemediğimiz imalat sektörümüzü, teorik bilgiyi modern ve pratik uygulamalarla bütünleştiremediğimiz eğitim sistemimizden başlamamız gerekiyor. Değilse yarın çok geç olabilir, FED’in, ECB’nin alacağı kararları diken üstünde takip etmekle, durumdan kendimize vazife çıkarmakla günlerimizi geçirir ve ülkemizin geleceğini batı ülkelerinin inisiyatifine bırakırız.

                                     

          Soru: Fiyat istikrarının sağlanması adına enflasyonun sıfır olması ekonomiler için arzulanır mı? Neden? 

          Sözün Gözü: Herkes bu dünyada kendi kalbini yaşar, ancak hesabı öbür dünyada görülmesi şartıyla.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Prof. Dr. Fatih Mehmet Öcal Arşivi
SON YAZILAR