Rol Karmaşası mı, Aile Medeniyetinin Sonu mu?
Aile, insan neslinin devamını sağlayan bir kurum olmakla beraber; inancın, kültürün, medeniyetin, geleneğin, dilin, toplumsal hafızanın da devamını sağlayan bir kurumdur.
Modernizm diye isimlendirilen bu bunalımlar çağında, Siyonist şeytani küresel gücün hedefinde olan ve değiştirip dönüştürdüğü yapılardan birincisi maalesef aile olmuştur. Ailenin zaman içerisindeki değişimine bakıldığında büyük ve kalabalık aileden, çekirdek aileye, sonra tek ebeveynli aileye devamında da ailesiz topluma geçiş hedeflendiği aşikardır. Bu hedef, Hristiyanlığın yaygın olduğu ülkelerde büyük oranda başarılmıştır. Ülkemizde tek ebeveynle büyüyen çocukların oranı yüzde 8,5 düzeyindedir. Tek ebeveyn ile büyüyen çocukların oranı Güney Afrika'da yüzde 35, İngiltere'de yüzde 33, Kenya'da yüzde 31, Yeni Zelanda'da yüzde 24, Kanada'da yüzde 20, Hollanda'da yüzde 19 düzeyindedir. Ebeveyni olamadan büyüyen çocukların oranı ise Güney Afrika'da yüzde 33, Şili'de yüzde 9, İtalya ve Macaristan'da yüzde 5 düzeyindedir.
Küresel şeytani güç tarafından aile kurumunu yok etmek için evrensel ölçekte çalışmalar, projeler yürütülmektedir. Ve maalesef pek çok devlet yürütülmekte olan projelerin farkında bile değildir. Farkına vardığında da zaten toplumsal ahlaki çözülme tamamlanmış oluyor. Kopya koyun ve kopya insan, taşıyıcı annelik, genetiğiyle oynanmış gıdalar, küresel pandemi, teşhircilik, cinsiyetsiz toplum, babasız toplum vb. projeler büyük planın yıkıcı ve yok edici birer parçasıdır. Bununla beraber, görsel medya ve sosyal medya marifetiyle evliliğin ve çocuk sahibi olmanın özellikle kadınlar için kariyerin önündeki engel gibi gösterilmesi, evliliğin çağdışı ve ilkel, özgürlüğü kısıtlayıcı bir uygulama gibi sunulması ve cinselliğin kutsanması bu planın diğer aşamalarıdır.
Son günlerde sosyal medyada sıklıkla dile getirilen ve dizilerde, filmlerde, TV programlarında sübliminal mesaj olarak verilen sessizce çoğalan, aile kavramını derinden sarsan bir sorun, bir erkek tanımlaması var: “Prenses erkek!”
Yıllardır süren sürdürülen feminist söylemler, çıkarılan yasalar, kadın istihdamının bilinçsizce artırımı, cinsiyetler arasında rol çatışmasını getirdi. Kadının beyanının esas olması, erkelerin evi terk etmeye zorlanması, erkekleri toplum içinde ezik duruma düşürdü. Feminizm kadına sürekli olarak: “Dominant ol, güçlü ol, baskın ol!” telkinlerinde bulundu. Bu telkini alan kadın, kendisine erkeksi bir rol edindi. Duygusal, zarif, ince, hassas, kibar kadın gitti yerine bağıran, çağıran, kavga eden, galiz sin kaf’lı küfürler eden kadın imajı geldi. “Eril kadın” kavramı bir anlamda bilinçaltına sokuldu. Feminizm kadına “özgür ol!” dedi. Ama özgürlük söyleminin zehirli bir bal olduğunu fark etmedi veya edemedi. Teşhircilik, özgürlük zannedildi. Tüketim çılgınlığı kadınları maalesef köleleştirdi. Kadının aile içindeki ana olma sorumluluğu kölelik, hizmetçilik gibi sunuldu. Yemek yapma, çocuk doğurma, çocuğa bakma, temizlik yapma, hizmetçi misin sen? Telkinleri kadına “ANA” olma sorumluluğunu ve anneliğin kıymetini unutturdu. Ana/anne, şefkat, merhamet, sevgi ve saygı yerini çatışmaya, mücadeleye bıraktı. Bazı sözleşmeler ve yasalar erkeğin üzerinde Demokles’in kılıcı gibi sallanmaya devam ediyor. Erkekler özellikle feminen ortamda yetişmiş yeni nesil erkekler sessiz bir kabullenişle prenses erkek olma rolünü benimsedi veya o kostüme girmeye mecbur bırakıldı. Feminizm aşısından/propagandasından/zehrinden az etkilenmiş kadınların da çoğu bu durumdan ciddi rahatsız ama toplumsal yargılardan ya da mahalle baskısından çekindikleri için dillendiremiyorlar.
Evlilik, hayatın paylaşımı olmaktan çıkıp, tek taraflı bir mücadeleye dönüştüğünde artık o evde huzur kalmıyor. Kadın, kocasıyla değil, bir çocukla veya hemcinsiyle yaşıyormuş gibi davranıyor. Erkek ise ya agresifleşiyor ya da daha da içine kapanıyor. Kadın cinayetlerinin bu denli artmasının sebeplerinden birisi de kadınların/erkeklerin yaşadığı bu rol çatışması ve rol değişimidir. Uzmanlara göre bu tablo sadece evliliklerin değil, çocukların geleceği ve toplumsal denge açısından da ciddi riskler barındırıyor.
Erkeğin asırlardan beri rolü dışarıda olmak, mücadele etmek ve ailesini himaye etmektir. Prenses erkeler! ailede sorumluluk almayan, standart erkek kimliğinden uzak kişilikler. Prenses erkekler! genellikle dominant anneleri tarafından aşırı korunmuş çocuklar. Bazı ailelerde babanın hiç olmaması, olup da ev içinde pasif veya otoritesiz olması, çocuğun erkeklik modelini sadece anneden öğrenmesine sebep olur. Bu durumda erkek çocuk kendisini merkeze alan bir kişilik yapısı geliştirir.
Aileyi yok eden, toplumu sarsan bu handikaptan kurtulmak için, erkeklerin sorumlu, kadınların şefkatli, merhametli yetiştirilmesi elzem. Ve evliliğin/ailenin bir ticari şirket olmadığı; Allah’ın yeryüzündeki sünnetullahı/varlığının delili ayeti, tüm peygamberlerin ve peygamber efendimizin sünneti ve eşlerimizin bizlere Allah’ın emanetleri olduğunu aile bireylerinin gönlüne yerleştirmek gerekiyor. İslam ahlak ve anlayışını toplumda yeniden hâkim kılmadan izmlerin kıskacından kurtulmak pek mümkün gözükmüyor.
