Mehmet Toker

Mehmet Toker

Aselsan mı, TRT Film Platoları mı? Hangisi Daha Önemli?

Aselsan mı, TRT Film Platoları mı? Hangisi Daha Önemli?

17 Aralık'ta Konya'da bir büyük yatırımın açılışı yapıldı. Konya Aselsan Silah Sistemleri Fabrikasının açılışı ciddi bir farkındalık ortaya çıkardı. En az 1220 nitelikli personele istihdam sağlayacak. %51'i ASELSAN'ın %49'u Konya Sanayicilerinin ortak olduğu büyük bir yatırım. Savunma Sanayiinde dışa bağlılığı minimize edecek ya da tamamen ortadan kaldıracak, ordumuzu yerli ve milli silahlarla donatacak kapasitede, Türk mühendislerinin Savunma Sanayii'ndeki girişimciliğini, tasarımcılarını taçlandıracak olan büyük bir yatırım. Aynı zamanda Konya Sanayii'nde pek çok sektörü de pozitif etkileyecek, üretime ivme kazandıracak bir fabrika ve inovasyon merkezi açıldı. Hayırlı olsun...

Aselsan'ın açılışından 3 gün önce (14 Aralık 2020) imzası atılan ve Meram Karahüyük bölgesinde yapılacak olan, 390 dönüm arazi üzerinde TRT II. Uluslararası Film Platoları'nın  kurulacak olması Aselsan kadar ses getirmedi ya da gerekli ilgiyi görmedi. Konyalı gençlerin kendi aralarındaki: "Ortaaam artistler Konya'ya gelecekmiş, filmler, diziler Konya'da çekilecekmiş. Artistleri yakından göreceğiz ortaaaam." muhabbetinden öteye geçmedi.  Şimdilik farkında olmasak bile TRT Film Platolarının 2. sinin Konya'da açılması Aselsan Silah Sistemleri Fabrikasından çok daha önemlidir.  Zira bugün dünya üzerinde konvansiyonel silahlarla yapılan savaşlardan daha fazla kültürel alanda yapılan, medeniyetler çatışması (Samuel P. Huntington) yada ve kültür-medeniyet transferi/işgali olarak da farklı isimler tarafından dillendirilen bir husus var. Bir toplumu değiştirmek, dönüştürmek, işgal etmek artık bugün konvansiyonel silahlardan daha ziyade kültürel silahlar ile yapılıyor.

Elbetteki orduların  sahip olduğu teknik-teknolojik silahlar, mühimmatlar, elektronik harp sistemleri ciddi anlamda bir caydırıcı güç.  Ancak özellikle Soğuk Savaş döneminde ve  sonrasında yani 1970'li yıllardan itibaren son 40-50 yıldır yaşanılan  ve bir çoğumuzun aldığımız yaraların, kaybettiğimiz değerlerin bile farkına varmadığımız çok ciddi bir kültürel savaş yaşanıyor. Konvensiyonel silahlarla yapılan savaşlarda kazançlar ve kayıplar anında tesbit edilebiliyor. Kültürel silahlarla yapılan  savaşlarda  devletler veya milletler ne kayıplarının ne yaralılarının farkına bile varamıyor. Farkettiğinde de çoğu kez iş işten geçmiş oluyor. Sıcak çatışmaların yaşandığı savaşların neticesinde kaybeden için psikolojik, ekonomik ve toprak kaybı somut olarak gözlemlenirken; kazananlar açısından da somut olarak ölçülebiliyor. En son, Azerbaycan'ın işgal altındaki topraklarını, işgalci Ermenilerden geri alması örneğinde gördüğümüz, yaşadığımız gibi. Ancak kültür savaşı'nda milletler, evlatlarını kaybettiğini, toplumun ahlaki ve değer yargılarını yaralandığını, sömürüldüğünü, köleleştirildiğini, yabancılaştırıldığını, manen öldürüldüğünü, ruhen soykırıma uğradığını  farkedemiyor. Kültür işgaline maruz kalanlar nesillerin kaybından dolayı herhangi bir üzüntü duymadığı gibi kültür savaşı'nı kazanan sömürgeci üst akılda törenlerle, kutlamalarla zaferini ilan etmiyor. Sinema, diziler, filmler, internet ve tv programları kültür savaşlarında kullanılan ve kitleleri etkileyen silahlar olarak karşımıza çıkıyor. Bu silahlar bedene değil ruha ateş ediyor. Bilinçaltını vuruyor.  

Amerika, işgalciliğini, sömürgeciliğini, vahşi kapital zulmünü, Hollywood'a yaptırmış olduğu filmlerle dünya insanlığının zihninde meşrûlaştırdı. Çünkü Amerikayı hümanist gösteren, sömürülen, yok edilen milletleri (kızılderililer, Vietnamlılar, Japonlar, Afganlar, Iraklılar vb liste uzar gider.) vahşi, insanlık düşmanı, yokedilmesi gereken canavar ruhlu insanlar diye tanımlayarak ekranlardan yansıttı.  Kendi askeri gücünü, yaptırmış olduğu filmlerle algısal olarak en az belki 100 kat daha güçlü gösterdi. Amerika askeri denildiği zaman bizim kuşakta tek başına bir orduya karşı savaşan Sylvester Stallone'nin  canlandırdığı "Rambo" karakteri geldi. Farklı Hollywood yapımı filmlerdeki Amerika ordusu ve Amerikan askeri canlandı. Gerçekte Amerikan askeri/ordusu, ne filmlerde anlatıldığı ne de algısal manipülasyonlarla dile getirildiği gibiydi. Hollywood'a göre Amerika askeri/ordusu girmiş olduğu ülkelere özgürlük ve demokrasi getiriyordu. Yenilmez armadaydı. Hollywood yapımı filmler bir taraftan Amerika emperyalizmini sevimli şirin gösterirken, diğer taraftan Batı kültürünü; dünyadaki diğer kültürlere, insanların bilinçaltına da üst bir kültür gibi empoze ediyordu.  Bugün pekçok kültür, Hollywood aracılığı ile Batı kültürü tarafından yutulmuş ya da dönüştürülmüş durumda.

Türkiye, özellikle son on yıldır bu kültür savaşlarına dahil oldu. Türkiye menşe'li dizi ve filmler kültürel silah gibi kullanılmaya başlandı. Özellikle, Diriliş, Payitaht  Abdülhamid gibi diziler, diğer Müslüman ülkelerde reyting rekorları kırarak o ülke insanının Türkiye'ye karşı olan bakışının pozitif anlamda ivme kazanmasına vesile oldu. Arada, 15-20 yıl önce İsrail'in, işe yaramaz ya da kontrolü kendisinde olan heronlarını Türkiye'ye satışı gibi; içimizdeki İrlandalılar ya da kriptolar tarafından üretilen Muhteşem Yüzyıl, Yaprak Dökümü,  Aşk-ı Memnu vb... dizilerin Müslüman ülkelere ihracı gibi talihsiz vakâlar da yaşadık.  Özellikle Diriliş,  Payitaht Abdülhamid, Uyanış Büyük Selçuklu gibi TRT'nin yapmış olduğu ve kanunların müsaade ettiği ölçüde doğruya yakın diziler ya da filmler ciddi anlamda bir kültürel korumacılığı ya da ortak duygu ve düşünce etkileşimini beraberinde getirdi.  Bugün, Amerikan Sineması (Hollywood), Hint sineması (Bollywood),  Uzakdoğu sineması dünya üzerinde kültürel bir savaş içerisinde ve kendi hegemonyasını kurma noktasında ciddi bir savaş vermektedir.

Türkiye ve İslam dünyası, kültürel savaşın çok geç farkına varabilmiş ve bu eksikliği giderebilmek için son 10 yılda çok ciddi bir toparlanma hamlesi başlatmış gözüküyor. Geç fark etmesinin sebebi çoktur ve tartışılabilir. Özellikle ülkemizde sinema, tiyatro, dizi film sektörünün kimlerin elinde olduğunu, hangi güçlerin yada lobilerin kontrolünde olduğunu düşündüğümüz zaman geç kalmanın büyük etken maddesinin ne olduğu da net bir şekilde anlaşılacaktır. Son 15 yıldır vurgulanan yerli ve milli olma felsefesi, tiyatro, sinema, dizi film sektöründe de tıpkı savunma sanayinde, üretim sanayi'nde olduğu gibi önem ve ihtiyaç hissettirmektedir. Sloganlaştırılmış bir söz var. "Çanakkale'den giremeyenler, çanak antenden girdi!" diye. Çanakkale'de verdiğimiz mücadeleyi 7. sanat olarak kabul edilen sinema alanında da vermediğimiz zaman kültürel işgalin önüne geçmemiz mümkün gözükmemektedir. Sinemayı ve dizi film sektörünü küçümsemek yada önemsiz gibi görmek günümüz dünyasından bîhaber olmak demektir. Zira şu anda toplumumuzdaki birtakım kimseler, din diyanet, hoca, imam düşmanı ise yağmur duasıyla dalga geçiyor ise, hoca denince aklına üç kağıtçı, üfürükçü, saçı sakalı birbirine karışmış, genel kültürü olmayan, dünyadan bîhaber tipler canlanıyorsa sebebini uzaklarda aramaya lüzum yoktur. Yeşilçam yapımı filmlerdeki din, diyanet, hoca, yağmur duası mefhumlarının işlenmiş olduğu sahnelere bakmamız yeterli gelecektir.

Toplumumuz okumaktan uzaklaştırılıp, seyirci pozisyonuna getirildiğinden beri seyrettiği her şeyi, doğru gibi kabul ediyor. Kanuni'yi tarih kitaplarından okumak yerine, Muhteşem Yüzyıl'da izlemekle yetiniyor. Gerisini varın siz hesap edin.  Kültürel yozlaşmanın yada zihinlerin işgalinin sinema, tiyatro, dizi film ve televizyon programları vasıtasıyla sağlandığını değerlendirdiğimiz zaman; 7. sanatımızı millileştirmek için atılan her adım büyük bir önem arz etmektedir.  Yalnız bununla beraber nasıl ki; Aselsan'da silah sistemlerini kuracak, projelendirecek, geliştirecek, üretecek yerli ve milli mühendislere ihtiyaç var ise TRT Film Platolarında çekilecek dizi ve filmlerin yerli ve milli olabilmesi için yerli ve milli senaristlere, yönetmenlere ihtiyaç vardır. Elli yıldır ihmal ettiğimiz bu alanı işgalden kurtarmak, bu alanı yeniden yorumlayıp, bu alana işlevsellik kazandırmak için sadece arazi, bina, ekipman desteği değil; beyin, fikir, insan gücü desteği de sunmamız gerekiyor. Yerli ve milli kalemlere şimdi çok daha büyük işler düşüyor. Konya Film Platolarında ilk çekilecek dizi Mevlana'nın hayatı olacakmış. Konya veya tarihimiz sadece Mevlana'dan ibaret değil. Hadi bakalım; İslam davasını, medeniyyetini, kültürünü kendine dert edinmiş akl-ı selim kalemler, TRT Film Platolarını, senaryo olarak desteklemeye var mısınız?  Bu yatırımı Konya'ya kazandıran Konya Büyükşehir Belediyesi ve Meram Belediyesine ve emeği geçen zevata teşekkür ediyorum. Yatırımın heba olmaması için Konya Büyükşehir Belediyesi'nin veya Meram Belediyesi'nin yapması gereken ikinci bir yatırım: Konya'da senaryo yazarlığı ile ilgili çalışma/kurs/seminer/çalıştay/kamp vb. gerekmektedir. Yerli ve milli kafa, yerli ve milli senaryolar  üretemedikten sonra film platosu kurmak eksikliği kapatmaya yetmeyecektir. Eli kalem tutan akl-ı selim kafaların, elini taşın altına koyması gerekmektedir. Yoksa elimizi altına koymadığımız taşla bizim başımız yarılacaktır. Hâlen olduğu gibi...

Önceki ve Sonraki Yazılar
Mehmet Toker Arşivi
SON YAZILAR