Sezai Keskin

Sezai Keskin

MEMALİK-İ ŞAHANE

MEMALİK-İ ŞAHANE

 

 ‘’Andolsun, biz insanı; kuru çamurdan, cıvık bir balçıktan yarattık.’’ Hicr Süresi/26
Allah’ın sonsuz kudretiyle yoğrulan ve nuru tecellisiyle can bulan, topraktan gelen Ademoğlu kutsaldır.
Bir gram toprak içerisinde milyonlarca mikrobik canlı yaşamaktadır. Bu canlılar olmasa idi, organik maddeler ayrışamayacaklarından, dünyanın yüzeyi ölü artıklar ile dolacak ve yaşanamaz bir hâl alacaktı. Toprağı, sadece ufalanmış, öğütülmüş küçücük taş parçacıkları olarak düşünemeyiz.  
 
Taş parçalarını alıp havanda dövüp un hâline getirseniz de ‘toprak’ elde edemezsiniz. 
Toprak bambaşka bir şey...Toprak okullarda okutulan tarifi ile bir varlıktır, her çeşit bitki ve hayvanı besleyebilen içinde su ve hava da dahil binlerce çeşit kimyevî madde barındıran bir örtüdür. 
 
Toprakta ne varsa, bütün canlılarda aynı şeyler vardır. Canlı ile cansız maddenin özü aynıdır. Kemiklerimizdeki karbon, kanımızdaki su, beynimizdeki fosfor maddesi aynen toprakta da mevcuttur. Renginden ve kimyevi özelliklerinden başka yönleri vardır. Toprak seni üstünde taşıyan ve yaşatandır halbuki vatan kalbinin gittiği yerdir. Öldüğünde bir çiçek gibi gömülmek istediğin, uğrunda bedel ödediğin ve geçmişle bağ kurduğun yerdir. Vatan esmer buğdaydan alınteri ve özveri ile yapılan ekmektir…Dizinde yavrusunu emziren annenin taze sütüdür… Türkler; kucaklaştıkları toprağı kalbine ‘’vatan’’ diye yerleştirir. Ona ana gibi, baba gibi sarılır, öper, koklar. Ama ne yazık ki; her karış toprağı şehit kanıyla sulanmış, iman dolu kalplerimizdeki vuruşun alameti bu aziz vatan toprağının yabancılara satışı düzenlenen kanunla birlikte 25 dönümden 300 dönüme çıkarılmıştır. Türkiye’de faaliyet gösteren 17 bin yabancı şirketin 3 bin tanesi sadece toprak alımıyla meşgul olmaktadır. Avrupa’daki bankalar kampanya düzenleyerek Türkiye’den toprak alana istediği kadar kredi verebilmektedir. Diğer ülkelerin topraklarına göz diken Barbar Avrupa toprağını satmamakta, sadece üzerindeki mülkün kullanım iznini vermektedir.Yabancılara toprak satışı,19. yüzyılda, Tanzimat döneminde kanunlaşmış ve sonraki dönemin hükümetleri tarafından ilerleme olarak görülmüş, reform denilerek sıkı bir biçimde desteklenmiştir. Mandacı kafa yöneticilerin toprak satışı da dahil Sevr Antlaşması’nı imzalamakta bir sakınca görmemeleri parçalanmaya giden yolun taşlarını döşemiştir. Bu sürecin temeli 1839’atılmış, 1856’da kök salmıştır. Gel zaman, git zaman…Fili yuttu bir yılan…
Yabancıların ülkemizde gayrimenkul alımı baş döndürücü bir hızla artarak devam etmektedir. 
1096’da 1.Haçlı Seferi’nden beri Türkleri Anadolu’dan atmak için fırsat kollayan kanlı Haçlıların eline fırsat verilmiştir. Siz bu şu satırları okurken bile, binlerce metre karelik en verimli topraklarımız el değiştirmekte ve tarihi düşmanlarımızın tapulu malı haline gelmektedir.Toprak satmak geleceğinizi satmak, siyasi ve kültürel bağımsızlığın elden çıkarılması demektir. 
 
3 Mart 1924, Südde-i Saadet,İstanbul…Makam-ı Hilafetin ilgasına ve Hanedan-ı Osmaniye'nin bilcümle azası Türkiye Cumhuriyeti memalik-i hariciyesine çıkarılmasına karar verildi. Türkiye hudutları içinde ikamet etmeleri ebediyyen yasaklandı, Türk vatandaşlığından çıkarıldı, pasaportsuz, yurtsuz 155 kişi acı bir sürgüne gönderildi. Yokluk, hasret ve acı çektiler ama ülkeleri aleyhine bir tek söz söylemediler, yattıkları yatağın başucunda bir avuç vatan toprağı vardı.
 
M.Ö. 205, Selenga Irmağı, Ötüken…Çin, hazırlıksız yakaladığı Hunlara saldırmak için bahane arıyordu. Hakan’ın yorulmadan 1000  mil  koşan sevgili atını istediler, verdi. Arkadan cariyesini istediler, gönderdi. Kadın yolda zehir içerek intihar etti. Bu defa kıraç, çorak bir araziyi istediler.
Samur omuzlu, Kurt belli Başbuğ Oğuz Kağan kükreyerek; “hayır” dedi. Ve savaş düzeni aldı.  “At benimdi, hatun benimdi verdim. Ama toprak benim değil, devletimindir. Ölürüm ama vatan toprağını vermem” dedi. 
 
“Hunlar; Gök’ün gururlu çocuklarıdır!” Hunlardan, böyle bahseder, eski Çin Kaynakları…                                          
 
Bin hançerin ayni anda yırttığı ipek kumaş gibi Anadolu’ya giren, ak tolgası altındaki başı lale çiçeği gibi dik duran Alparslan’ın yüzüne bakacak halimiz kalmadı. Gerilmiş yaydan fırlayan binlerce ok gibi esen Osman Gazi tanımaz artık bizi; hızla yüzünü diğer yana çevirir…Dalında kızarmış nara benzeyen kaleleri fetheden Fatih’in kabrine varsak kabul eder mi acaba bizi? Dağ tepelerinden ovalara yuvarlanan kayalar gibi gürleyen, Ufukların Sultanı Yavuz bizi af eder mi acaba? Söyleyin, Serdar-ı Cihan Kanuni’ye ne cevap vereceğiz? İnce bir karanfil gibi başı göğe uzanan Mehmetçiğin, süt mavisi gözlerine bakacak cesaretim yok artık, sahilde deniz kabukları toplayan saçları buğday sarısı masum çocuklara nasıl anlatacağız bunu? Minik elleriyle minik serçeyi okşayan çocuk şefkati ile sevdiğimiz vatan toprağı satıldı, uyanın!. Ağla gözlerim ağla. Gönül hırkası yamalı, ey kemter Sezai; artık sevinecek neyin kaldı, seni seherde hızına yetişilmeyen gözyaşları da kurtarmayacak artık. ‘’Gök’ün gururlu çocukları!” Ey Necip Türk Milleti! Artık sevinecek neyiniz kaldı. Allah’tan bebekler gibi ağlayacak gözler isteyin. Ağlamayı beceremiyorsanız Allah(cc) yerinize nice kavimler yaratmaya kadirdir. Kısılmış bir sesle öpmek için eğildiğinizde, sanki saçı bozulacakmış gibi geri çekilecek toprak... Ey gözüm! eğer uğrunda gözyaşı dökecek bir vatanın olmayacaksa sen değersizsin. Ey bedenim! eğer uğrunda feda edecek bir vatanın olmayacaksa sen değersizsin. Allah’a hediye edilmeyen canlar değersizdir. Ağla sen de; son yeşili taç eden ağaç!.Hüzünlü bulutların sarayı dağlar ve gecenin balkonunda seyre dalan gümüş kamer, çılgın rüzgarların savurduğu mor salkımlı kelebekler ağlayın, Ey Bülbül-i şeyda! sesler bahçesinin dertli şairi! Ey inciler denizde dalgalara karışan! Karanlık ormanlarda, ey usulca akan nehirler! Rüyalarıyla donmuş duran ey kuğular! Ne kadar gül varsa bu vatanda-kırmızı, kokusu Türkiye’yi tutan…Ağlayın, ağlayın siz de! 
Ey uzun tüllere bürünmüş hüzünlü vatan! Utangaç, kısa bakışlarım ucundan menekşe gözlerine bakıyorum sessizce, fener gibi yanıp sönen…Ey gözlerimin siyah yangını! Sen gidince bir damla yaş olan bayrağımın rengini bize kim getirecek. Kim getirecek ellerimizi ısıtacak güneşi. Ah! Vatan, ah çeşm-i cihan… 
 
Toprak, devletin temeli ve köküdür. Toprak olmazsa, devlet olmaz. Toprak vatandır, namustur, kalbimizi taşıdığımız yerdir. Toprağını satan devlet-i ebed-müddet olmaz, bütünlüğünü sağlayamaz, dağılır. Vatan toprağını bir pasta gibi dilim dilim bölüp satanlara Türkiye’nin tapusunun şehit ve gazilerde olduğunu hatırlatmak ve bayrağımızın renginin solmaması için vatan toprağına sahip çıkmak her Türk vatandaşının asli görevidir. Kılıçla alınanı parayla satmayan Ulu Hakan Abdulhamid Han’ı, Çanakkale'de ateş kusan çelik zırhlılar karşısında yılmayan azim ve iman abidesi Seyit Onbaşı’nın derin sırrını anlamayanlar için vatan toprağı eşya olabilir ama bizim için Türkiye; ormanda yürümeyi, denizi seyretmeyi, mavide yüzmeyi, dağlara tırmanmayı, ovalarda, vadilerde koşmayı, gökyüzünde uçurtma uçurmayı, dinimizi öğreten ve bizi bağrına basan şefkatli ana kucağıdır. Vatan; güneş tanyerinin salıncağında salınırken, mavi bulutlardan düşen bir damladır, kızıl bir lalenin yanağına…
Vatan için yaşamasını bilmeyen, vatan için ölmesini de bilemez… 
 

Önceki ve Sonraki Yazılar
Sezai Keskin Arşivi
SON YAZILAR