Prof. Dr. Fatih Mehmet Öcal

Prof. Dr. Fatih Mehmet Öcal

OYUN PLANI “KAOS”

OYUN PLANI “KAOS”

Dünyada ekonomi dahil, nerdeyse her alanda alınan kararlar çok kısa sürede değiştiği gibi, etkilere karşıda aynı şekilde hemen tepkiler gelmektedir. Küreselleşen reel ve finans sektörü ile ilgili haber, bilgi, belge, açıklama ve yorumların, gelişen bilişim sektörü sayesinde adeta ışık hızıyla dünyanın her noktasına yayılarak ulaşması, genel perspektifte ülke ve özelde ise ekonomilerden sorumlu siyasetçilerin adeta sanatkar misali hassas davranmaları mecburiyetini gerektirmektedir. Çünkü alınan iktisadi veya siyasi bir kararın etkileri, sadece iki ülke değil, onlarca ülkeden ses getirmektedir. Günümüzde yaşanan tecrübeler göstermiştir ki, yerkürenin hiçbir noktasında tesadüfen bir olay meydana gelmemektedir. Hindistan ile Pakistan arasındaki nispeten basit ancak ABD tarafından yangına benzinle müdahale edilmesi gibi daha da alevlendirilmeye çalışmasının sonuçlarının nereye doğru yöneleceği üzerinde birçok ülke hesap yapmakta ve ortaya koydukları çözümlerle, gelişmeleri lehlerine çevirme çabası içindedirler. Hindistan’ın gelişmiş ve gelişme yolundaki birçok ülkenin tersine, istikrarlı ve sürdürülebilir bir büyüme sürecine girdiği, üstelik S. Arabistan veliaht prensi Muhammed bin Selman’ın çıktığı Asya turunda 100 milyar dolarlık yatırım yapma sözünü verdiği ve yazılım sektöründe öncü konumu da göz önüne getirildiğinde, Trump’lı ABD politikaları hakkında iyi niyetli düşünülmesi, aşırı iyimserlik olacaktır. ABD özelinde batılı ülkelerin yakın geçmişte, çeşitli hayali senaryolar uydurarak ülkelere müdahalelerde bulunması, hafızalarımızda taze olarak durmaktadır. İran-Irak Savaşı, Irak-Kuveyt Savaşı, Avrupa’nın ortasındaki Srebsenitsa Soykırımı, Suriye odaklı olaylara bağlı olarak terör örgütlerinin açıkça desteklenmesi, Mısır’da rejim karşıtlarının şüpheli yargılanmalar sonucu gerçekleştirilen idamlar ve Venezüella’daki ekonomik istikrarsızlık koşullarına karşı batılıların, sürekli dillerinden düşürmedikleri demokrasi değerlerini değil de kendi çıkarlarını ön plana aldıkları gibi. Bu yaklaşım tarzına sahip ülkelerin politikalarının baskın olduğu dünya düzeninin dikiş tutması, refahı yakalamasının neredeyse olanaksıza yakın olduğu açıktır. Üstelik ABD çıkarları uğruna, dünyayı ateşe verecek yapıdaki Trump’ın varlığı da düşünüldüğünde.

Çin-ABD arasındaki görüşmelerin beklenenin aksine anlaşma ile sonuçlanmayıp geleceğe ötelenmesi, silah endüstrisinin ABD ekonomisindeki kapladığı önem dikkate alındığında, göstermelik barışçıl söylemlerinin aksine, dünyanın çeşitli yerlerinde meydana gelen çatışmaların eksik olmaması normal bir olgu haline gelmiştir. Bu vakitten sonra her ülke, uygulamaya koyduğu tüm politikalarda dünyanın içine düşürüldüğü ateş sarmalı konumunu bilerek, hesaplarını yapmalıdırlar. Zaten küreselleşme sonucu birbirine sıkı sıkıya her alanda birbirine bağlanan ülkelerin, küresel durgunluk tehdidinin varlığını, kabullenmekten başka çareleri de bulunmamaktadır. Çünkü ülkelerin ekonomik performanslarının sonuçlarının göstergesini ortaya koyan veriler ve bunların geleceğe yönelik verdiği olumlu veya olumsuz sinyaller; uluslararası hale getirilen batılıların kontrolünde faaliyet gösteren terör örgütleri, petrol üzerindeki hakimiyetin ne pahasına olursa olsun sürdürülmesi, total ticaretin kontrolünde olması ve artı bakiye vermesi gibi tüm sonuçların, ancak batılı ülkelerin çıkarlarına göre şekillendikten ve söz konusu genel doğruların varlığını kabul ettikten sonra anlam kazanmaktadır.

Amaç gelişmiş ülkelerin öncelikle kendi çıkarlarına gelen her şey, dünyaya ekonomik, askeri, siyasi ve iletişim araçlarıyla olağan olarak kabul ettirildikten sonra, diğer ülkelerin ve temel haklarının fazla bir önemi kalmamaktadır. Bu koşullar altında ekonomik faaliyetlerde de batılıların isteklerinin ön planda tutulacağı açıktır. Söz konusu dikteyi kabul eden ve bu yolu tercih eden S. Arabistan, Mısır gibi ülkeler, batılıların ekonomi, siyaset, sosyal, toplumsal alanlarda demokrasi adına müdahalelere uğramamakta ve batılıların güdümünde sanal fakat gerçekte özgür politikalar uygulayamamaktadırlar. Dikte karşıtı olan Türkiye, Rusya, İran, Venezüella gibi ülkeler ise, ekonomilerini daha ileri düzeye getirme uğraşı yanında, batıların hukuk dışı salvolarını da göğüslemek zorundadırlar. Ve bu ikinci gruba giren ülkeleri ve halklarını, ekonomik bağımsızlıklarını kazanıncaya ve kendi ayakları üzerinde duracak düzeye gelinceye kadar, hem zorlu hem de uzun bir süreç beklemektedir.        

Soru: ÜFE yüksekken TÜFE yüksek olabilir mi? Neden?

Sözün Gözü: Yanlış üzerinden saltanat devşirenler, hiç olmazsa doğruluktan dem vurmayın.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Prof. Dr. Fatih Mehmet Öcal Arşivi
SON YAZILAR