Mehmet Toker

Mehmet Toker

Çocuklarımız Veliefendi'de koşar mı?

Çocuklarımız Veliefendi'de koşar mı?

Zaman zaman farklı insanlardan farklı şikâyetler duyuyoruz. "Doktor oldu, para almadan yüzümüze bile bakmıyor... "Okuttuk Avukat oldu, para almadan ağzını bile açmıyor... Mühendis yaptık, parayı bulunca bizi tanımıyor, müdür oldu burnu yere düşse almıyor... Ve benzeri şikâyetler. Neler duyuyoruz. Bütün şikayetlenmeler bizim çocuklarımızı yetiştirirken yanlış bir bilinç içerisinde yetiştirdiğimizin en basit göstergelerinden bir tanesi. Ülkemizdeki eğitim anlayışı, -sistem demiyorum, sistemin suçu yok -çocukları ve anne-babaları öyle bir hale getirdiler ki artık çocuklarımızın mutlu olması için değil;  zengin olması için ya da kendi geleceğimize yatırım yapma anlayışıyla çocuklarımızı yetiştiriyoruz. Daha ilkokul yıllarından itibaren:  "Evladım oku! Doktor ol! Avukat ol! Mühendis ol! CEO ol! Genel Müdür ol" Ve benzeri telkinlerle çocuğu geleceğe hazırlıyoruz. Ve çocuğun bu hedeflerine ulaşması için özel dersler, dershaneler, özel eğitmenler vesaire eşliğinde sanki bir yarış atıymış gibi yetişiyor çocuk. Okul, dershane, özel ders üçgeninde çocukluğunu yaşayamadan ergenliğe ulaşıyor. Ergenlik yıllarında yine bu sarmalın içerisinde devam ediyor. Hedef ilk binlik dilime, ilk iki binlik, üç binlik dilime girerek iyi okullarda, kaliteli üniversitelerde öğrenim görmek. Daha sonraki hedef, bir an önce köşeyi dönüp kendini ispatlamak ve kendi ifadesiyle çocukluğunda yaşayamadığı günleri telafi etmek. Neticede de ortaya daha çocukluktan itibaren para telkini ile büyüdüğü/büyütüldüğü için bütün dünyası, bütün değerleri para olan bir birey çıkarmış oluyoruz. Bütün arkadaşlarını kendine rakip gören bir çocukluk ve gençlik, akabinde bütün insanları kendisine para kazandıracak bir meta olarak gören yetişmiş elemanlar üretiyoruz. Ve bu bireylerin oluşturmuş olduğu toplum karşımıza sonra, materyalist bir toplum olarak çıkıyor. İnsanların maddi durumuna göre değerlendirildiği, parası olanın itibar gördüğü bir toplum anlayışına yöneldik. Böyle olunca bütün bireylerin birinci önceliği daha fazla kazanma, daha fazla paraya sahip olma, daha zengin olma yarışına dönüştü. İşte bu toplum prototipi, pozitivistlerin veya daha da temelinde siyonistlerin arzu etmiş olduğu, hayallerini kurmuş olduğu bir dünyaydı. Biz bu dünyayı kendi ellerimizle inşa ettik. Halbuki bizim iman etmiş olduğumuz kitabımızda, çocuk yetiştirirken çocuğa birinci önceliğin paraya sahip olmak veya zengin olmak değil; iman sahibi, anne-babaya saygılı, sorumlu bireyler olarak hayata hazırlanması tavsiye ediliyor.  Hepimizin bilmesi gerektiği bir sûre var Kur'an-ı Kerim'de.  Lokman Suresi. Bu sureyi incelediğimiz zaman bir babanın -Lokman Aleyhisselam- oğluna: "Ey oğulcuğum, yapmış olduğun iş hardal tanesi kadar küçük de olsa ve o bir kaya'nın ya da bir çölün derinliklerinde veya uzayda ya da dünyanın herhangi bir köşesinde bile olsa Allah onu senin karşına getirir. Allah herşeyden haberdardır." ifadesiyle  çocuğuna nasıl bir sorumluluk bilinci yüklediğine şahit oluyoruz. Bugün lise çağlarında ki hatta üniversite çağlarında ki çocuklarımızın, sorumsuz, duygusuz, egoist bireyler olarak yetişmesinin temelinde, çocuğu sanki bir yarış atıymış gibi, para kazanmaya odaklı yetiştirmemiz yatıyor. Ona dünyanın bir anlamda onun etrafında döndüğü anlayışını veriyoruz. Sonra da o çocuklardan, gençlerden birtakım örneklemler ile kıyas yapmasını istiyoruz. "Evlat, Senin yaşındayken Fatih tahta oturmuştu. Evlat, Senin yaşındayken Fatih İstanbul'u feth etmişti. Senin Yaşındayken Usame Ordu yönetiyordu." gibi... Fakat o kıyas için kullandığımız örneklerin para kazanmaya endeksli, yarış atları olarak değil, sorumluluk duygusuna sahip, kendi sorumluluğunun bilincinde olan ve etrafındaki insanlara karşı da sorumlu olduğu anlayışın da yetiştirilen bireyler olduklarını hiç aklımıza bile getirmek istemiyoruz. Temel çözüm şudur: Çocuklarımız bir an önce zengin olmak için doktor, avukat, mühendis olmamalı;  yüksek makamlara gelmek için üniversiteler, okullar okumamalı...  Bunun yerine insanlığa faydası dokunması için doktor olarak, mazlumların hakkını savunup, adaleti tesis etmek için avukat ve hukukçu olarak, insanlığın dünyayı imar ve abad etmesi, daha yaşanılır bir dünya meydana getirmesi için mühendis, dünya üzerindeki zulümlerin bitmesi için makam sahibi olmasını öğütlemeye, öğretmeye ve eğitmeye başlarsak; kanaatim o ki 20 yıl sonra başta toplumumuzun daha sonra da dünyanın renginin değiştiğine şahit olacağız. Aksi halde hiçbir sorunla ilgilenmeyen, çevresinde olan bitenlere karşı duyarsız, ben merkezci çocuklar yetiştirdiğimiz müddetçe; dünyayı sadece yemek, içmek, eğlenmek, bol para kazanmak, şöhret olmaktan ibaret gören bireylerin oluşturduğu kaos ve kavgaların ayyuka çıktığı bir toplum oluşturmuş olacağız. Seküler, pozitivist, materyalist çocuklar yetiştirdiğimiz müddetçe de dünya bilmediğimiz karanlık bir mecraya doğru sürüklenmeye devam edecektir. Çözüm Eğitim sistemimizin değişmesi değil. Zira her üç beş yıla bir sistem değiştiriyoruz.  Ama ortaya çıkan netice değişmiyor. Öyleyse sistemle uğraşmayı bırakıp eğitim mantığımızı ve mantalitemizi değiştirmemiz gerekiyor. Zengin, makam, mevki, şöhret sahibi ama mutsuz, egoist, paragöz bireyler yetiştirmekten vazgeçip; helalinden kazanan, kendi yağıyla kavrulan, mutlu ve mutluluğunu insanlarla paylaşan, insanlığın yararına çalışan bireyler yetiştirmeyi hedeflememiz gerekiyor. Son söz, "kimse üzerine alınmasın hepimize söylüyorum..." İstisnaların kaideyi bozmayacağı bilinciyle sürçü lisan etmiş isek affola...

Önceki ve Sonraki Yazılar
Mehmet Toker Arşivi
SON YAZILAR