Ömer Kocabaş

Ömer Kocabaş

Havadan sudan

Havadan sudan

Gündelik hayata dair çok büyük dertlerimiz olduğundan dolayı gözümüz çoğu ayrıntıyı göremiyor. Önem sıralamamızı kaybettik. Çok büyük dertlerimizin elbette göreceli ve insanların kendi çaplarına göre olduğunu da hatırlatalım. Hayata artık sadece maddiyatçı bir gözle baktığımızdan dolayı kuraklık dediğimiz tehlikede sadece çiftçilerin bir sorunu olarak görülüyor(!) Pazardan, marketten alınan sebze, meyvenin fiyatı nasıl olsa bir bahane ile sürekli artıyor. Böyle olunca da kuraklığın olası büyük tehlikeleri bile görülemiyor, gündelik telaşenin içerisinde kaybolup gidiyor.

Ocak ayının ortasına geldik kar yağışı yok. Yağmur yağmalı da epey oldu. İç Anadolu Akdeniz bölgesine dönüyor. Hayatımızdaki bereketsizliğin mevsimlere de yansıması gayet doğal. Yağışı, bereketi hak eden bir hayat yaşıyor muyuz sorusunu sormalıyız. Lakin bu tarz sorular yerine iklim değişikliği gibi janjanlı kavramlarla oyalanıyoruz. İklim değişikliği saçmalığı ile yenidünya düzeninde, bir başka aşamaya geçilmeye çalışıldığını anlamak için ne bilim adamı olmaya gerek var ne de komplo teorisyeni. Her şey görmesini bilene şeffaf bir şekilde ortada duruyor.

Kuraklığın olduğu zamanlarda önceden insanlar suçu kendinde arar, hayatına çekidüzen vermeye çalışırdı. Yağmur duası lafla değil, gönülden yapılırdı. Şimdi ise camilerde yapılıyor. Duaya âmin derken insanın aklına istemsizce doğalgaz faturası geliyor. Havalar aslında böyle gitse, ödenecek fatura da düşük olur. Yağmur, kar biraz fazla yağsa ulaşım durma noktasına gelir, trafik keşmekeş olur. Yağıştan murat ürünlerin yetişmesiyse bırakalım yağış köylere yağsın, kent merkezinin hâşâ yağışa ihtiyacı yok. Evet, biraz abartıyorum ama inanın böyle düşünenlerin sayısı hiç de az değil. Şehirlerimizin kentsel dönüşüm ile birer kent haline getirilmesiyle zihniyetimiz de dönüştü, dönüştürülmeye devam ediyor.

Bir çemberin içerisine hapsedildik. Hayata ekonomi çerçevesinde bakıyoruz. Aslında maddiyat her dönemde ön plândaydı, şimdi sadece yön değiştirdi. Ekonomi de işler tıkırında, döviz kuru çok düşükken de neyi alacağımızın telaşındaydık. Sürekli cep telefonu değiştiriyor, giyim mağazalarını yağmalıyorduk. Şimdi etiketlere bakıp iç çekmemiz belki de o günleri hatırlamamızdandır. En alakasız sohbette bile laf dönüp dolaşıp fiyatlara, ekonomiye geliyor. Marketlerin sürekli değişen etiketlerine hâlâ şaşırabiliyoruz. Şaşırmak iyi bir şey aslında. Yaşadığımızın, sistemin bütün zorlamalarına rağmen robotlaşmayıp, insani bir refleks gösterdiğimizin ispatı. Bugünler de elbette geçecek. Lakin bu geçiş hangi yöne doğru olacak belli değil. Büyüklerimiz boş yere Allah gördüğümüzden geri bırakmasın diye dua etmiyordu. Bugünlerde dün gördüklerimize ulaşamamanın sancısını çekiyoruz. Huzursuzluğumuz, karın ağrımız biraz da bundan…

İbretlik günlerden geçiyoruz. İbret alabilirsek bir nebze olsun kurtuluşa erme umudumuzu artırabiliriz. İlk önce kendimize bir bakıp çekidüzen vermeliyiz. Kişisel gelişim zırvalarından bahsetmiyorum. Adam olmalıyız, neyin peşine düştüğümüzü idrak edip, bize asıl neyin gerektiğini düşünelim diyorum. Zaman değerli, bu zamanı ne ile dolduruyoruz diye bir soralım kendimize. Diğer türlü ekonomide sürekli değişen rakamlar, altılı masa geyikleri, siyasetin saçmalıkları benzer şeyleri konuşur dururuz. Elbette onları da konuşmalıyız ama tekrarın fazlası sıkıyor. Seçime kadar aynı atmosferin içerisinde dolaşmaya devam edeceğiz.

Farklı olan gündem maddeleri yeterince tık almayacağı düşünülerek ön plâna çıkarılmıyor. Rami kışlasının devasa bir kütüphane dönüştürülmesi bile arada kaynadı gitti. Millet açken kütüphaneye ne gerek var. Hâlbuki kışla yıkılıp yerine devasa bir inşaat yapılsa ne güzel hükümete çakma fırsatı ele geçerdi. Böyle düşünenlerin sayısı oldukça fazla. Tıklama önemli dedik, içeriğin bir değeri kalmadı. Tuzak bir başlığa tıklatıp, siteye reyting sağla gerisi önemli değil. Yazılı basın bitiyor gelecek dijitalde çok şık ama içi boş bir ezber. Bereketsizlikten bahsederken basınımızın da biraz kendine bakması gerekmiyor mu? Ne ara bu kadar seviyemizi kaybettik. Sırf okuyucuyu sayfada biraz daha fazla tutabilmek uğruna papağan gibi aynı şeyi niye tekrar ediyoruz. Olta başlığa takılan okuyucu acaba ne diyor? Kendi adıma geçenlerde Ronaldo’nun oynaması Konyaspor’a bağlı diye bir haber başlığı görünce ne alaka diye tıklayıp okudum. Bir alaka göremeyince de küfrettim. Haberi yazanların alacakları tıklanmanın yanında yiyecekleri küfrü de hesaplamaları lazım. Yok, öyle bedavaya tık…

Hem havaların hem de kendimizin kuraklığına, bereketsizliğimize dua etmeliyiz. Kuru kuruya dua ile de olmayacağı için kendimize çekidüzen vermeliyiz. Şikâyet etmeden önce adam olup kendimize bakmalıyız. Kendimizi belli bir seviyeye getirebilirsek şikâyet etmeye de hakkımız olabilir.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Ömer Kocabaş Arşivi
SON YAZILAR