Mehmet Toker

Mehmet Toker

Labrys'leri Kim Biledi?

Labrys'leri Kim Biledi?

Tarih tekerrürden mi ibarettir? Anadolu, semavi bir din olan Hristiyanlık ile 313 yılında resmi olarak tanışmadan önce politeist, çok tanrılı bir dine inanıyordu. Tarsus'lu bir Yahudi olan Pavlus'un (Saint Paul) İsa'nın ölümünden yaklaşık 30 yıl sonra Hristiyanlığı önce Anadolu topraklarında, daha sonra Yunanistan, Makedonya ve akabinde de İtalya topraklarında yaymasından önce bu topraklarda politeist, bir sürü tanrı ve tanrıçaları olan bir din vardı. Milattan sonra 30'lu yıllardan Hristiyanlığın da bir din olarak kabul edildiği 313 yılına kadar Hristiyanlar bu topraklarda tabiri caizse yer altında yaşadılar.  MS 380 yılında Hristiyanlık, Doğu Roma'nın tek resmi dini olarak ilan edildi. O tarihten 1071 yılına kadar Anadolu'da Hristiyanlaştırılmış Anadolu halkı yaşıyordu.  1071 yılından itibaren peyderpey Müslümanlar tarafından müslümanlaştırılmaya başlandı. Anadolu Selçukluları, Beylikler, Osmanlı ve 1453 yılında İstanbul'un fethi ile bu müslümanlaştırılma süreci de tamamlanmış oldu. Fakat günümüze geldiğimiz zaman, Anadolu'nun müslümanlaştırılmasından rahatsız olan ve kendilerini "Olimpos'un Çocukları" olarak nitelendiren bir takım kimseler bir anlamda Müslümanları bu topraklardan silmenin hesaplarını yapıyorlar. Ve bu hesaplar, bazen öylesine derin bir biçimde yürütülüyor ki tabiri caizse Kazım Karabekir Paşa'ya atfedilen "hava öyle puslu ki şeytan bile Müslüman donu giyiyor" dediği dönemi yeniden yaşıyoruz. Bunun da ötesinde Olimposun Çocukları "zulüm 1453'te başladı" diyerek esasen bu toprakların müslümanlaştırılmasından ve İslam kültürü ile yoğrulmasından duydukları rahatsızlıkları dile getiriyorlar. Olimpos, Yunan mitolojisinde tanrıların dağı, tanrıların oturduğu dağ olarak kabul ediliyor. Yani bir anlamda politeizmi, putperestliği sembolize ediyor. Tabii bu kadar eskiye gidince; Olimpos etrafında oluşturulmuş olan kültü canlandırmak veya o dönemdeki tanrı ve tanrıçaları bir anlamda günümüze taşımak gerekiyor ki; Müslümanların fiziki olarak bu topraklardan atılmasından önce zihnen, kalben koparmak gerekiyor. İnançlarına, onları bu topraklarda tutan öze, mayaya da yabancılaşmaları gerekiyor. Anadolu politeizmin de gerek Frig, gerek Likya, Hellen benzeri medeniyetlerde tanrıça figürleri, tanrıçalar kültü önemli bir yer tutuyor. Tabii Kybele, Artemis, Dike, Eros, Momos ve benzeri tanrıçaları günümüze taşımamız ve yahut Müslüman Anadolu insanına bunlara tapınmayı salık vermeniz biraz zor gözüküyor. Bir de Herodot'un, İlyada ve Odysseia destanlarında anlatmış olduğu Amazon Kadınları efsanesi veya kültü var. Amazon Kadınları, benim de ortaokul yıllarımda zannettiğim gibi Brezilya'da Amazon nehri etrafında yaşayan kadınlar değil.  Bunların, bizim Samsun, Ordu civarında, Çarşamba çayı etrafında yaşayan, erkek öldürmekle efsaneleşmiş, erkek düşmanı, öldürdükleri erkek sayısı ile kahramanlaştırılmış kadınlar olduğunu lise ikinci sınıfta Herodot'un, İlyada Destanı'nı okuduğumda öğrenmiştim. Bugün tarihin tekerrür ettiğini ve Anadolu'daki Amazon Kadını ruhunun 6284 sayılı yasa ile ve gücünü Kybele, Artemis, Dike, Eros, Momos tanrıçalarından alan yada K.A.D.E.M'in gazına gelen,  sayın kadın (aile) bakanı tarafından yeniden hortlatılmaya çalışıldığını üzülerek müşahede ediyoruz. K.A.D.E.M bakanımızın son beyanatı bir anlamda Labrys'lerin bileylendiğini gösteriyor. "Kadının beyanı esastır." ifadesi yani "kadın iddiasını ve ithamını ispatlamak şahitlendirmek durumunda değildir" mânâsına gelen bu ifade tıpkı Amazon Kadınlarının kullanmış olduğu çift taraflı balta labrys'in günümüze taşınmış hali gibi duruyor. Kadın erkek eşitliği sloganıyla başlayan, kadınlara pozitif ayrımcılık politikasıyla kadrolaşan, 6284 ile zulme dönen bu feminist söylem, kadının beyanı esastır cümlesi ile tiranlığını ilan etmiştir. 

İslam'ın kadına değer vermediğini iddia eden feministler, bir anlamda Amazon Kadınlarına özenerek milattan önce 10 bin'li yıllardaki erkek düşmanlığını bu topraklarda yeniden neşv-ü nema bulması için en ulvi değerimiz olan aileyi bile kullanıyorlar. 6284 sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun'un 2. Maddesi olan "Tanımlar" kısmında, her şeyin tanımı var; sadece ailenin tanımı yok. Bu kanunda dikkat çeken diğer bir husus, amaç ve kapsam kısmında "şiddete uğrayan veya şiddete uğrama ihtimali bulunan kadınlar ifadesi, bize şunu gösteriyor ki; suçu işlediğiniz sabit olmasa bile suç işleme ihtimaliniz var diye cezalandırılabilirsiniz. Bir de kadının beyanı esas kabul edildiğinde, şöyle bir suçlama ile itham edilip ceza alabilirsiniz. Kadın, kocasını "beni dövmeyi düşünüyordu, böyle bir ihtimal var" diye şikayet ettiği zaman adamcağız evinden 6 ay uzaklaştırma alabiliyor. Rahmetli Necip Fazıl, 1930'lu, 40'lı yılların adalet anlayışını eleştirirken "kurt yapmaz bu taksimi kuzulara şah olsa" ifadesini kullanıyor. Günümüzden belki de 8-10 bin yıl önce yaşamış olan Mısır medeniyetinde, Mısır Azîzi'nin karısının tek taraflı ifadesi bile bir köleyi cezalandırmak için delil olarak kabul edilmiyor ve bilirkişiye gidiliyor. Bilirkişi; "gömlek şayet önden yırtılmışsa erkek suçlu, gömlek arkadan yırtılmışsa kadın suçludur" diyerek delil ortaya koyuyor. Ama gel gör ki günümüzün çağdaş geçinen ama Anadolu'yu, Hıristiyanlık öncesi politeizme, o dönemdeki Amazon Kadınları ve yukarıda isimlerini zikretmiş olduğum tanrıçaların hakim kültüne taşımak isteyen feminist zihniyet, kadının tek taraflı irade beyanını, delilsiz, ispatsız, cezalandırmak için yeterli kabul ediyor. 6284 sayılı ucube kanun çıktı çıkalı ve KADEM denilen yapı aile ve kadın üzerindeki politikaları yönlendirmeye başladığından bu tarafa, en büyük yarayı toplumda aile aldı. Bu  kanun aileyi korumanın ötesinde, bir anlamda kadını tehlikeli bir mayın haline getiriyor. Bazı erkekler suç işledi diye Amazonist bir anlayışla bütün erkek cinsini zalim, katil, barbar, tecavüzcü, şiddet yanlısı olarak yaftalayıp cezalandırıyor. Erkekler, yapmış olduğu ve yahut yapmamış olduğu (yapma ihtimali olan) bir suçtan dolayı çok ağır bir ceza ile cezalandırılıyor. Hani, adaletin sembolü olarak kabul edilen, gözü bağlı, bir elinde terazi, diğer elinde kılıç olan, bir kadın figürü vardı ya, artık o kadının elindeki terazi, aile konusunda elinden alındı; bir eline kılıç diğerine de Amazon kadınlarının kullandığı Labrys ismi verilen balta verildi. Zinanın suç olmaması ve 6284 sayılı kanun, Müslüman aile yapısını yıkmak için ailenin temeline konulan iki büyük dinamittir. Kontrolsüz mayındır. Yine konumuzun kapsamına giren, ailesinin rızası ve resmi nikah ile 16-17 yaşlarında evlendirilmiş kadınların, kocalarının tecavüzcü, çocuk istismarcısı damgası yiyip 8-10 yıl, yerine göre 20 yıl ailesinden koparılması ve gerçek sapık ve istismarcılarla aynı koğuşlarda ömür tüketmeleri ayrı bir travmatik durum, toplumsal bir kanserdir. Aklı başında insanların bu yanlışlara bir an önce dur demesi ve bu kanunların, Müslüman Anadolu halkının inanç ve kültür ölçülerine göre yeniden düzenlenmesi gerekmektedir. Yoksa yarın bir gün birileri çıkıp da; "artık Kybele'ye veya Artemis'e tapınacaksınız" dediğinde; "haydaaaa bu da nereden çıktı diye hayrete düşmeyelim". Zira Müslüman Anadolu kadını Amazonlaştırılıyor. Şayet Kybele ve Artemis'e secde etmezseniz, Amazonlar ellerinde Labrys'leriyle ensenizde bekliyor. Efsanelerin gerçeğe dönüşmemesi için Hira'nın çocuklarının, Olimpos'un çocuklarının kurduğu ve adım adım uyguladığı, Müslüman donu giyerek uygulattığı bu kirli tezgahlara bir an önce uyanması lazım. Yoksa sabah hiç olmayabilir.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Mehmet Toker Arşivi
SON YAZILAR