Mehmet Toker

Mehmet Toker

Zihinlerimizdeki Mağaradan Ne Zaman Çıkacağız?

Zihinlerimizdeki Mağaradan Ne Zaman Çıkacağız?

Batı denilince toplumumuzun zihninde,  Batı Avrupa ülkeleri ve Batı Avrupa'dan göçler ile oluşturulmuş olan Amerika ve Kanada canlanıyor. Batı Medeniyeti, Türkiye eksenli Doğu toplumlarına son 150 yıldır öyle bir anlatılıyor, öyle bir reklam yapılıyor ki; kültürün, sanatın, medeniyetin, gelişmişliğin, insan haklarının, özgürlüğün, demokrasinin  merkezi... Dert yok, tasa yok, çalışma yok, fakirlik yok, sanki adeta dünyadaki Cennet. Bu reklamlara aldanan bazı Anadolu evlatları dünyada cenneti yaşama hayaliyle batılılaşmanın yollarını arıyor.

Mayıs ayının son haftası, Türkiye'de çok yoğun bir gündeme sahipti. Polonya'ya 24 adet SİHA satılması, 27 Mayıs darbesinin yıldönümü, 28 Mayıs Taksim Camii'nin açılışı, 29 Mayıs İstanbul Kule'nin açılışı ve Fetih Kutlamaları, Çanakkale Köprüsünde yol yapımına başlanması vb. yoğun gündem arasında gözden kaçan ve esasında tüm dünya gündemine bomba gibi düşmesi gerekirken örtbas edilmeye çalışılan iki haber oldu. Ama nedense İslamı ve muhafazakar toplumu karalama, Batıyı yüceltme azim ve kararlılığınında olan gayri milli ve anti yerel medya bu haberi görmedi veya görmek istemedi. Birinci haber şu: "Geçtiğimiz dönemde 25 bin Suriyeli mülteci alacağını ilan ettiği için(alıp almadığı meçhul)adeta insanlık abidesi, şefkat ve merhamet havarisi ilan edilen Kanada'da, yatılı kilise okulunun bahçesindeki toplu mezarda, 215 çocuk cesedinin  bulunduğuydu. Kanada resmi haber ajansı Canadian Press 1869-1978 yılları arasında (109 yıl) faaliyet gösteren Kamloops Kızılderili Yatılı Kilise Okulu'nun bahçesinde bazıları 3 yaşında olan tam 215 çocuğun gömülü olduğu toplu bir mezar keşfettiler. Ceset kalıntılarının Kızılderili kabilelerine mensup ailelerin çocuklarına ait olduğunu ve bu keşfi "yıllardır konuşulan ancak belgelenemeyen, düşünmesi çok zor kayıplar" olarak nitelendirildi. Kamloops Kızılderili Yatılı Kilise Okulu'nun Kanada'nın o yıllarda ki yatılı kilise okulu sistemindeki en büyük okul olduğu ifade edildi. Dikkat çekici husus, tarihi kaynaklar, o yıllar arasında 150 binden fazla yerli çocuğunun ailelerinden zorla alınarak kiliselere ait yatılı okullara kapatıldığını ve bu çocukların büyük bir oranının rahip, rahibeler tarafından fiziksel, cinsel ve psikolojik şiddet ile istismara uğradığını ifade ediyordu."

Bu tespit edilebilen. Bunun gibi yüzlerce örneği olan kilise okullarından sadece birisi. Buzdağının görünmeyen yüzünü varın siz düşünün! Avrupa'dan, Amerika kıtasına göç eden Batılıların, milyonlarca Amerikan yerlisini katlettikleri, soykırım yaptıkları göz önüne alındığında okul bahçesinde tespit edilen çocuk toplu mezarının devede kulak bile olmadığı daha net anlaşılır. Yine yoğun gündem arasında gözden kaçan ikinci bir haber: "1904-1908 yılları arasında (4 yılda) Almanya'nın, Namibya'da Herero ve Nama kabilelerinden 70 binden fazla kişiyi katlettiğini, soykırım yaptığını kabul etmesi" idi. Avrupa'da, bize gelişmiş diye yutturulan İngiltere, Fransa, İspanya, Almanya, İtalya, Belçika, Hollanda, Danimarka vb. ülkelerin son 200 yıllık tarihi gerek Afrika kıtasında gerek Amerika kıtasının kuzeyinde ve güneyinde yapmış oldukları soykırımlar ve katliamlar tarihidir. Her yıl 24 Nisan tarihinde, 1915 tehcir hadisesini soykırım gibi göstererek tarihi çarpıtma anlayışındaki bu zihniyet, kendi katliamlar ve soykırımlarla örülmüş olan mazisini saklamak için kırk takla atmaktadırlar ama mızrak çuvala sığmıyor. Hakikatler bir yerden patlak veriyor.

İçimizde bizim merhametimizden ve müsamahamızdan nemalanan, medeniyet, kültür denildiğinde doğup büyüdüğü, nimetlerinden istifade ettiği topluma yabancı, gözünü ışıltılı! Batı Dünyasına çevirmiş, kültürün, demokrasinin, özgürlüğün beşiği olarak Avrupa ve Batı insanının oluşturmuş olduğu vitrine taparcasına ittiba etmiş olan ve "zulüm 1453'te başladı" demek suretiyle, içlerindeki adavetin ifrazatını kusan bu güruha şunu hatırlatmakta fayda var. İstanbul fethedildiğinde Bizanslı Rumlara asla soykırım, katliam yapılmamıştır. İslam kültür ve medeniyetinin bayrak taşıyıcısı olan Osmanlı, fethettiği hiçbir coğrafyada soykırım ve katliam yapmamıştır. Bilakis Osmanlı, 1492 deki İspanyol soykırımından kaçan Yahudileri bile kabul etmiş, onları imparatorluğun farklı coğrafyalarında iskan etmiştir. Kendi dininden, ırkından olmayan nice toplulukları soykırımdan kurtarmıştır. Ancak İslam'ı ve İslam'ın inşaa etmiş olduğu kültürü, medeniyeti görmek istemeyen ya da yalan tarih yazıcılığı ve anlatıcılığı  ile aldatılmış, bu meş'um zihniyet tarafından kandırılmış olan kuşaklar düşünsel ve itikadi bir kaosun ve keşmekeşin içerisine sürüklenmektedirler.

Şimdi Kanada'da ortaya çıkan, bu kan donduran vahşeti tersinden okuyacak, değerlendirilecek olsaydık, acaba kalbini, ruhunu, zihnini; kendisini kimliksizleştirmek isteyenlerin yapmış olduğu algı operasyonlarına kaptıranlar nasıl değerlendirirdi? Diyelim ki Kanada'da değil de Anadolu'da, bir kilise okulu bahçesinde değil de bir medrese haziresinde bu toplu mezar bulunmuş olsaydı; atılan manşetler, yapılan köpürtmeler ve toplumun algı ve ilgisini kanalize etme boyutu ne derece olurdu?

Müslüman bir ülkede, inşaa edilen veya ibadete açılan bir camiden bile rahatsızlık duyup cami imar etmeyi karşı intikam olarak yorumlayan azgın azınlık, acaba Kanada'daki toplu mezara kör sağır ve dilsiz kaldığı gibi kalabilir miydi? Ya da Almanya'nın Namibya'da yapmış olduğu soykırımı, Osmanlı, Balkanlar'da veya Afrika'da yapmış olsaydı ana akım medyanın ya da içimizdeki Batı severlerin tepkisi ya da haberi köpürtmeleri nasıl olurdu?  Tarihte ve günümüzde kendisinden başkasına yaşama hakkı tanımayan Batı zihniyeti ve içerimizde kiralamış olduğu zihinler, tarihte dini, dili, ırkı, rengi ne olursa olsun bütün insanlığı, insan olarak kucaklayıp, her türlü dini, fikri ve yaşam özgürlüğünü sağlayan bir medeniyeti görmezden gelmeye ve bugün o medeniyetin torunlarını da mahkum etmeye çalışıyorlar. Acı olan budur.

Ancak daha acı olan bir durum varsa, tarihteki bu ve buna benzer ispatlı, delilli, kayıtlı, hakikatleri dile getirdiğiniz zaman, aklını, fikrini batının hegemonyasına kaptırmış birtakım kimseler tarafından linç edilme girişimi ile ya da farklı cezalandırmalarla karşı karşıya kalıyor olmanız. Yahudilere soykırım yapılmadığını söylemek antisemitizm suçu sayılırken, Yahudilerin Filistinlilere soykırım yaptığını söylemek de antisemitizm suçu sayılıyor. Veya Sabatay Sevi ve daha sonra aynı çizgide, aynı emel ve gaye için ortaya çıkan  Derviş Mehmet'e tâbi olan Selanikli Yahudilerin Sabatayist olduğunu dile getirmek ve bu topluluğun Osmanlı'nın son döneminde üstlenmiş olduğu misyonu dile getirmek maalesef yine cezalandırılması gereken bir suç olarak görülüyor. Tarihi gerçekleri, kimsenin okumadığı veya okumayacağı doktora tezinde dile getirip ifade ettiğiniz zaman ünvan alıp, yıllarca maaş alıyorsunuz ancak aynı gerçekleri kamuoyunun bilgilenmesi noktasında toplum önünde dile getirdiğiniz zaman cezalandırılıyorsunuz. Bu iki yüzlü ve tutarsız davranış, hakikatlerin toplum nezdinde yaygınlaşmasını da engelliyor. İnsanlar özgür olarak düşünebildiği ve inkar edilemeyen bazı tarihi hadise ve gerçekleri delilleriyle öğrenip, bunları bağımsız olarak değerlendirebildiği zaman kimlerin medeni, kimlerin vahşi, kimlerin kan, gözyaşı zulüm ve soykırımlar üzerine geleceklerini inşa ettiği, kimlerin ise merhamet, şefkat, isar, muavenet ve nusret gibi ahlaki kavramlar üzerine medeniyet kurduğu daha net anlaşılacaktır.

Umarım algı operasyonları ve yalan yanlış tarih yazıcılığı ile gözümüze zorla takılan simülasyon gözlüklerini çıkarıp hakikati kendi gözlerimizde tüm gerçekliğiyle görebiliriz. Yoksa gözlerimizde simülasyon gözlükleri, zihnimizde giydirilmiş bir takım dogmatik deli gömlekleri olduğu müddetçe, kendi kendimizle çelişmeye, kendi tarih ve medeniyetimize düşman nesiller yetiştirmeye, kısır döngü içerisinde deli dana gibi bocalamaya devam ederiz. Maddi kalkınma ve refahın, manevi rehaveti getirmemesi adına, yetişmekte olan neslin gerçeğe gözlerini açmak tüm eğitimcilerin görevidir. Asıl savaş simülasyonda yapılmıyor. Gölgeler ve yansımalar tünelinden, yani mağaradan çıkıp, güneşe yüzümüzü dönmek zorundayız.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Mehmet Toker Arşivi
SON YAZILAR