Mehmet Toker

Mehmet Toker

Eğri Cetvelden Doğru Çizgi Çıkar mı?

Eğri Cetvelden Doğru Çizgi Çıkar mı?

Tarihte, Bursa kestaneleri ile alakalı anlatılan bir hikaye var. Zamanın padişahı, yapmış olduğu bir iyilikten dolayı bir ihtiyarı ödüllendirmek ister. İhtiyara, "değneğini havaya at, yere düşene kadar, dile benden ne dilersen" diye ferman buyurmuş. İhtiyar değneğini atmış, "Bursa kestaneleri vakıf!" demiş ve böylelikle, Bursa'daki kestanelerin halkın hizmetine sunulmuş, ücretsiz istifade edebilecekleri birer vakfa dönüştüğü kabul edilir veya bununla ilgili böyle bir kıssa anlatılır. Bana da,  "değneği havaya at, yere düşene kadar söylediğin kanundur" diye bir yetki verilmiş olsa, diyeceğim tek söz şu olur; "bütün okullarda "bilgi kaynakları" konusu mecburi ders olarak okutulsun."  
 
Neden böyle bir dilekte bulunacağımın perde arkasına şöyle bir göz atacak olursak; bugün biz toplum olarak maalesef bu konuda çok ciddi yanlışlar yapıyor, neticesinde de çok ciddi, ağır, büyük faturaları ödüyoruz. Bilgi paylaşımının tahayyül bile edemeyeceğimiz oranda artmış olduğu ve milyonlarca kaynaktan, milyonlarca bilginin paylaşılmış olduğu sanal, dijital bir çağda yaşıyoruz. Buna bazıları bilgi çağı dese de, bu adlandırmanın doğru bir adlandırma olmadığı kanaatindeyim. Olsa olsa, bilgi kirliliği çağı veya bilgi çöplüğü çağı ya da yalan bilgilerin harman, yalancıların kahraman olduğu çağ denilebilir. Öyle bir çağ ki, hani bir deli bir kuyuya bir taş atıp,  kırk akıllının çıkaramadığı deyimine tam da uygun düşen bir çağ...  Ve bu yalan yanlış bilgilerden dolayı toplum kutuplaştırılıyor, ayrıştırılıyor ve toplumdaki farklı kesimler birbirine düşman haline getiriliyor. Bunu önlemenin ya da toplumu kaynaştırmanın yegane yollarından bir tanesi sivrisinekler ile uğraşmak yerine bataklığı kurutmaktan geçiyor. Bu aynı zamanda bizim dinimizin de bir emri tavsiyesi.  Biraz önce de ifade ettiğim gibi şahsıma yetki verilse; ilkokuldan, üniversite son sınıfa kadar bütün okullarda "bilgi kaynakları" konusunu zorunlu ders olarak okuttururum. 
 
Peki nedir bu bilgi kaynakları konusu? Ve bizim geleneğimiz içerisinde nerede yer alır?  1400 yıllık İslam gelişim tarihine baktığımız zaman, İslam bilimlerinin temeli kabul edilen "kelâm" ilminin ilk konusunun veya kelâm ilminde yazılmış olan eserlerin ilk bâbının, bilgi kaynaklarının neler olduğunu, neler olmaması gerektiğinin, delilleri ve örnekleri ile anlatılan bölüm olduğunu görüyoruz. Zira doğru bilgi olmadan, doğru bir inanç oluşturmak, doğru bilgi olmadan doğru bir düşünce ve davranış geliştirmek mümkün değildir. İşte bunu fark eden selefimiz, inanç savunusu yaptıkları eserlerine ilk konu olarak bilginin hangi usulle öğrenilip, paylaşılması gerektiği konusunu koymuşlar. Bilgi kaynakları olarak; mütevatir haber, akıl ve havâs-sı selime ya da havas-sı hamse-i zahire dediğimiz beş duyuyu kabul etmişler. Bunun ötesindeki bilgi kaynaklarını doğru bilgi kaynağı olarak kabul etmemişler. Mütevatir haber dediğimiz başlığı da ikiye ayırıp bir "vahiy", ikincisi de "yalan üzere birleşmeleri mümkün olmayan ezici bir çoğunluğun vermiş olduğu haber" olarak tanımlamışlar. Akıl, -mantıklı düşünme yoluyla elde edilen aklî çıkarsamalar- ile ulaşılan  bilgiyi de doğru bilgi olarak kabul etmişler. Üçüncüsü de beş duyuyla yani görme, işitme, dokunma, tatma ve koklama neticesinde elde edilen bilgileri doğru kabul etmişler. Bu, hem inanç ilkelerini oluşturan kelâm ilmi açısından böyle olduğu gibi aynı zamanda diğer sosyolojik, psikolojik ve beşeri bilimler açısından da doğru kaynaklar olduğunu ifade edebiliriz. İşte bugün geldiğimiz noktada toplum olarak bu bilgi kaynaklarını sağlıklı bir şekilde bilmediğimizden dolayı her türlü provokasyona,  yönlendirmeye,  güdülenmeye açık toplum haline geldik. 
 
Fetö, Alparslan Kuytul, Adnan Oktar, Haydar Baş, sütö, metö, mitö vb. dindar ve muhafazakar insanları manipüle eden toplum mühendislerinin, rüyalar, ledünnî ilimler, uydurma haberler, akla mantığa sığmayan bir takım masalsı hikayeler üzerine, akılları iğdiş edilmiş cemaatler kurduklarını, kitleler ve örgütler oluşturduklarını görüyoruz. Bu yapılar kendi bağlılarına, İslam'ın inanç ilkelerini, doğru bilgi kaynaklarını kullanarak anlatmıyorlar. Bilgi kaynağı olarak kabul edilmeyen, rüyalar ve hikayeler üzerinden, birçoğu İslam'la bağdaşmayan, hatta ve hatta müşriklikle paralel bir zihniyet yapısı oluşturuyorlar. Bu anlayışın maalesef kendisini çağdaş, modern, batılı, laik, sekülerist, pozitivist, rasyonalist olarak gören kitlelerde de hastalık derecesinde var olduğunu görüyoruz. Bu, yalan yanlış her bilgiye inanma hastalığının, sadece dinî alanlarda değil aynı zamanda tarihî bilgilerde ve güncel bilgilerde de yaygın olduğuna şahit oluyoruz. Mesela, 1821 de ölen Napolyon'un,  1881'de doğan Mustafa Kemal'in askeri dehası ile ilgili iltifatta bulunduğuna, iman eden on binlerce Kemalist münevver!!! gencimiz olduğunu öğreniyoruz. Daha onlarca örnek verilebilir.
 
 Son 1 haftalık süreç içerisinde özellikle sosyal medyada paylaşılan günü birlik yalan bilgilere bakalım. Fasık bir kaynak!!! 2 tane fotoğraf karesini paylaşıp altına farklı bir yorum yapıyor ve binlerce, on binlerce insanın -ki bunların birçoğu yukarıda mezkûrun ileyh olan tarikat/cemaat/örgütlerin bağlıları- bu fotoğraf karelerinden hareketle Diyanet'e saldırdıklarını ya da Diyanet'i araç olarak kullanıp devlete saldırdıklarını görüyoruz. Nedir o  iki fotoğraf? Tamamen kurum içi bilgilendirme toplantısının fotoğrafının "Bayan vaizeler, erkek cemaate vaaz ediyor." şeklinde, yalan bir beyanla sunulduğu zaman toplumda ortaya çıkardığı infiali görebiliyoruz. Diğer bir yanlış bilgi veya infiale sebep olan husus; yine fasık bir kaynak!!!, "100.000 Suriyeli, memur olarak sınavsız alınacak" diye bir yalan ortaya atıyor sosyal medyada ve yine binlerce, on binlerce kimsenin bu yalana balıklama atladığını görüyoruz. Kaldı ki, Suriyeli mülteciler hakkında ki yalan haberlerin bini bir para.... Yalan haberlerle, hem sosyal medyada, hem de normal kitle iletişim araçlarında her gün onlarca yüzlerce iftira ve itham boyutunda, yanlış bilgi ile toplumdaki sinir uçlarının nasıl kaşındığını görebiliriz. Tabii bunların her birine teker teker tekzip yayınlamak, her yalanın veya yanlışın gerçeğini bulup ortaya koymak bir anlamda sivrisinek öldürmek. Hâlbuki yapılması gereken, bataklığı kurutmak olmalı ki kesin çözüm alınabilinsin. Bataklığı kurutabilmenin yolu da, tâ çocukluğundan itibaren toplumu oluşturan her bir bireye bütün eğitim hayatı boyunca;  "Ey İnananlar! Size bir fasık haber getirdiğinde, onu araştırın ki; bilmeyerek bir topluluğa zarar verip, gerçek ortaya çıktığı zaman pişman olmayasınız!" düstûrunu hayat felsefesi haline getirmekten geçiyor. Toplum olarak bilgi kaynaklarının neler olduğunu bilmediğimizden dolayı veya bu düstûrdan bî-haber yaşadığımızdan dolayı, özellikle gençlerimiz çok çabuk provoke edilip, çok çabuk yönlendirilebiliyor ve bazen toplum kesimleri veya katmanları birbirlerine düşman haline getirilebiliyor. Hatırlayalım, Gezi parkı'ndaki vandalların provoke edilmesi sosyal medyada paylaşılan yalan haberler ve yalan fotoğraflarla sağlandı. Bu hafta seneyi devriyesini yaşadığımız 17/25 Aralık hâdisâtı yalan haberler üzerine inşa edildi. Rahmetli Adnan Menderes, fasıkların uydurduğu yalan haberlerle asıldı. 80 öncesi 12 Eylül’e götüren yolun taşları yalan haberlerle döşendi. 28 Şubat darbesi yalan, yanlış tezgahlarla ve bunların gerçekmiş gibi topluma yutturulmasıyla gerçekleştirildi... Ve hâlâ toplum yalan haberlerle, yanlış yönlendirmelerle kamplaştırılmaya çalışılıyor. Toplumda farklı siyasal görüşteki insanların birbirlerine karşı kışkırtılması ya da farklı etnik grupların birbirlerine karşı kışkırtılması yine bilgi kaynaklarının usûlünün ne olduğunun bilinmemesinden, bunun bir hayat düstûru haline getirilmemesinden kaynaklandığını söyleyebiliriz. 
 
Rahmetli Valimiz Recep Yazıcıoğlu Bey'le tanışıp bir kaç saatte olsa, verimli bir zaman dilimini paylaşma mazhariyetine erişmiştim. Sohbetimizde, 80 olayları esnasında Çorum-Alaca kaymakamı iken, Alaca'daki bir provokasyonun nasıl tertiplendiğini ve kendisinin nasıl önlediğini anlatmıştı. Sayın valimiz, provokasyonu önlerken, galeyana gelmiş olan halka, yapmış olduğu açıklamanın, tamamen bilgi kaynaklarının doğru olup olmadığını sorgulama üzerine kurulduğunu  ve bunu sorgulayan halkın, kaymakamlarına hak verip, provakatörlerin oyununa gelmemesi ile biten bir süreci yaşadıklarını ifade etmişti. Tabii o dönemde diğer il ve ilçelerdeki idarecilerimiz aynı basireti gösteremediği için; Maraş ve Çorum olayları, sağ-sol ve Alevi-Sünni çatışmaları yaşanmıştı.
 
İşte eğer Türkiye,  sağlıklı bir toplum yapısı oluşturmak istiyorsa, "size bir fasık haber getirdiğinde araştırın ki; bilmeyerek bir topluluğa zarar verip, gerçek ortaya çıktığı zaman pişman olmayasınız" düstûrunu toplumdaki her bir ferdin gönlüne, ilkokul çağlarından itibaren işlemeli, her bir bireyin gönlüne kazımalı. İkincisi, o bilginin, vahiy ürünü olup olmadığını ya da yalan üzerine birleşmesi mümkün olmayan ezici bir çoğunluk tarafından doğru olarak kabul edilip edilmediğini, sorgulamaları veya akla uygun olup olmadığını sorgulamaları veya beş duyu ile algılanıp tecrübe edilebilir bir bilgi olup olmadığını ölçüp tartıp ona göre kabul etmesi gerektiğini  öğretmemiz gerekiyor ki; bataklığı kurutalım. Yoksa her sivrisineğe bir tokat atıp öldürecek olursak, elimizin acıdığını, kolumuzun yorulduğunu, boşa zaman kaybettiğimizi ama sivrisineklerin sonunun bir türlü gelmediğini üzülerek müşahede ederiz. Onun için toplumumuzdaki ayrıştırmaları, haksız yargılamaları, gereksiz düşmanlıkları bitirmek istiyorsak bize ulaşan bilginin doğru olup olmadığını, bilgi kaynakları usûlüne uygun olup olmadığını sorgulamamız ve ona göre tavır almamız gerekiyor. Aksi halde yalan yanlış her bilgiye atlayıp, akıl süzgecine vurmadan, usulüne uygun olup olmadığını düşünmeden, peşine takılıp gidersek, -Allah muhafaza- atı çalan hırsızın bırakın Üsküdar'ı, ülke sınırlarını bile çoktan geçtiğini anladığımızda iş işten geçmiş olur. Yalan yanlış bilgiler toplumu bölmeden, doğru bilginin etrafında birleşebilmemiz ve doğruları yüceltme adına güç birliği yapmamız gerekiyor. Aksi halde o eğri cetveller bir gün dikine kafamıza indiğinde uyanırız. Atalarımız, ne demiş? Eğri cetvelden doğru çizgi çıkmaz.  Öyleyse, önce cetvelleri doğrultalım ki çizgimiz doğru olsun.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Mehmet Toker Arşivi
SON YAZILAR